O çocukken de hep korkardı. Bir penceresi olan doğduğu odada zaman geçirmeyi ve yaz akşamlarında evin damında kurulan tahtlarda uyumadan önce yıldızları Kürdçe saymayı severdi.
Kendisinden büyük çocuklar sokakta ateşler yakmak için toplandığında o, annesinin evde soba tutuşturmak için bulundurduğu gazı götürür, ateş yakmalarına yardım ederdi. Yakılan ateşle böylece Newroz kutlanırdı.
Yaşadığı küçük ve herkesin birbirini tanıdığı ilçede haberleşmeyi kadınlar yapardı. Mesela hangi gün ve saat kaçta çatışma başlayacak ilk kadınlar öğrenir ve kısa sürede tüm evlerdeki kadınlara haber yayılırdı. Haberleşme kesinlikle birbirlerinin evlerine yaptıkları ziyaretlerle ve sözlü yapılırdı. Bazen de çocuklar gönüllü olurdu, ne de olsa etraflarındaki herkes onlardan, büyüyünce kendilerini feda etmelerini ve birer kahraman olmalarını beklerdi. Bir şekilde şimdiden hazırdılar.
O gün de karanlık basmadan yadê Rifxa ve yadê Şîro adındaki komuşuları geceyi geçirmek için yadê Fatim’ın evine misafir oldular. Geniş beton avlusu ve çok odası olan yadê Fatim’ın yaşadığı ev çatışmalardan korunmak için uygun bir yerdi. Bu üç kadın yan yana geldiğinde tüm gece hüzünlü bir törene dönüşürdü. Ölüleri anarak yaşayanlara bereket ve cesaret dilerlerdi.
Okul çantasını yanına alıp, pencerelerden uzak ve genelde sadece onun kullandığı küçük odaya geçti. Ne de olsa bu oda dünyaya geldiği yerdi. Doğduktan iki gün sonra ölen ikizi ile burada dünyaya gelmişti. Annesi yanında olmadığında en korunaklı ve güvenli hissettiği yer, tavanı topraktan ve tek penceresi olan bu odaydı.
O gün okulda kompozisyon dersi görmüştü. Sınıftaki tahtada tarih 26.10.1995 Perşembe gününü gösteriyordu. Tarihin hemen altında sınıf başkanının yaramazlık yapanların isimlerini yazdığı “Konuşanlar” listesi vardı. “Abdurrahman Çoşkun” listenin birinci sırasındaydı. Öğretmen onu tahtanın önüne çağırıp azarlayacaktı. Yaşça sınıftaki diğer çocuklardan biraz daha büyüktü. İlçeye ve sınıfa kısa bir süre önce gelmişti.
Savaş tüm kirliliği ile devam ediyordu. Devlet çeteleri köyleri yakıp yağmalıyordu. Gözaltına alınan insanlar işkence ediliyor ve çocuklar annelerinin koynundan alınıp gözaltında kaybediliyordu. Öyle ki bu bir resmi devlet politikasıydı. Ve devlet yetkilileri arasında, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Necmettin Erbakan, Doğan Güreş, İsmail Hakkı Karadayı, Hayri Kozakçıoğlu, Necati Çetinkaya, Ünal Erkan, Necati Bilican, Teoman Koman, Aydın İlter, Fikret Özden Boztepe, Abdülkadir Aksu, Murat Başesgioğlu, Mehmet Ağar, Meral Akşener, Nahit Menteşe, Mehmet Gazioğlu ve İsmet Sezgin vardı.
Abdurrahman sınıf arkadaşlarına babasının işkencede katledildiğini o yüzden annesi ile birlikte köylerini ve evlerini terk etmek zorunda kalıp, bir süre başka bir kentteki yakınlarının evinde yaşadıktan sonra, yeniden ilçeye yerleştiklerini söylerdi. Babasının işkencede boyun eğmeyen bir kahraman olduğunu anlatırdı.
O günün gecesi, sabah gün ışıyıncaya kadar çatışmalar sürdü. Sabah erken saatlerde askeri zırhlı aracından ikinci bir emre kadar sokağa çıkmama anonsu yapılıyordu. Farklı illerden gelen özel askeri birimler yer yer evleri basıp insanları herkesin gözleri önünde işkence ederek gözaltına alıyordu. İlçedeki en büyük askeri taburunun bahçesinde yarı çıplak elleri gözleri bağlı sıraya dizilmiş insanlar görünüyordu. Yaklaşık on günün sonunda sokağa çıkma yasağı ara ara kaldırılsa da akşam karanlık basmadan yine devam ediyordu.
Bu on gün içerisinde ilçeye çeşitli resmi devlet çeteleri geldi. Her gelen ile beraber kayıplar artıyordu. Mardin Jandarma Komando Tabur Komutanı Hurşit İmren, Dargeçit İlçe Jandarma Komutanı Mehmet Tire, Dargeçit Merkez Jandarma Karakol Komutanı Mahmut Yılmaz, Karakol Komutanı Yardımcısı Haydar Topçam ve Uzman Çavuş Kerim Şahin ile beraber ilçenin yerli ailelerinden iş birlikçi devlet ajanı olan, Faruk Çatak, Mahmut Ayaz, Naif Çelik, Ramazan Savcı, Kemal Kaya, Mehmet Acar, Faik Acar, Hüseyin Altunışık, Mehmet Emin Çelik, Sadık Çelik, Fethullah Çelik, Osman Demir ve Bahattin Ergel gibi isimlerle yüzlerinde maske ile gece evlere baskınlar yapıp gözaltı yapıyorlardı.
Çatışmalar boyunca ilçeden üçü çocuk, ikisi lise öğrencisi yedi kişinin, genel olarak ise Mardin ve çevresinde elli yedi kişinin gözaltına alındıktan sonra kendilerinden bir daha haber alınamadığını, ve içlerinde Abdurrahman Çoşkun’un da olduğunu herkes duyacaktı.
Evlerinden gözaltına alınan ve bir daha kendilerinden haber alınamayan : 12 yaşındaki Davut Altunkaynak, 13 yaşındaki Seyhan Doğan, 16 yaşındaki Nedim Akyön, 19 yaşındaki Mehmet Emin Aslan, 20 yaşındaki Abdurrahman Olcay, 21 yaşındaki Abdurrahman Coşkun, 57 yaşındaki Süleyman Seyhan…
Yıllar sonra İHD (İnsan Hakları Derneği), Yakay-Der (Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) Yerel Kaynaklar ve Ailelerin büyük çabaları ile işkence edilmiş cesetleri bulunacaktı.
En erken bulunan kişi ise 6 Mart 1996’da, Süleyman Seyhan olmuştu. Bağözü köyü yakınlarında kafası kesilmiş yakılmış bedeni bir kuyuda bulundu. Gördüklerine dayanamayarak kuyunun yerini Seyhan’ın ailesine gösterdiği söylenen Dargeçit Jandarma Taburunda görevli Uzman Çavuş Bilal Batırır’ın da bu hareketiyle Dargeçit Jandarma Taburunun kömür kazanında asker arkadaşları tarafından canlı canlı yakıldığı eşi tarafından söylenecekti.
Abdurrahman Çoşkun’a gelince; yerel araştırmalar, İHD ve ailelerin yeniden suç duyurusunda bulunmasıyla 2009’da başlatılan bir soruşturma sonucunda Mardin Kızıltepe ilçesine bağlı Aysun köyünde 10 Haziran 2013’ te yapılan kazılarda ve bir kuyuda 3 kişiye ait insan kemikleri bulundu. Bulunan kemiklerin bazılarının Abdurrahman Coşkun’a ait olduğu Adli Tıp Raporu ile kesinleşti. Coşkun’un kemikleri 14 Mart 2014’te ailesine verilerek Mardin Nusaybin ilçesinde yapılan tören ile defnedildi.
Après les disparitions • Abdurrahman Çoşkun Cliquez pour lire