Eşitlik yasalarında eşitsizlik gizlidir. Devletin yasalarında faşizm gizlidir.
“Eşitlik”! Hangi coğrafyada doğmuş olsak olalım ve hangi dilli konuşuyor olsak olalım, bu kelimeyi duymuşuzdur. “Her insan, hayvan ya da bitki doğar büyür ve ölür” diye biliriz. Çoğumuz bu sözü belki çocuk yaşta duymuşuzdur “Her insan eşit doğar” diye bir söz… Bu sözü ilk duyduğumda “ne kadar güzel bir söz” demiştim. O zamanlar eşitsizliğin ne olduğunu öğrenmeye ve deneyimlemeye başlamıştım. Kürdistanlı bir çocuk olarak yakılan köyümüz ve yanan evimizin karşısında ağlayan annemin neden ağladığını tam olarak bilmesem de bir şeylerin iyi olmadığını hissetmiştim. “Anamı ağlatan neyse o kötüdür” demiştim.
Hepimiz eşit doğmuşsak neden eşit değiliz? Tüm canlılar eşit doğar, bu bir gerçek. Hepimiz bir anadan doğarız. Doğa hepimizin en büyük anasıdır. Peki neden eşit olmadık ve değiliz? Bu durumu size kuru sloganlarla ya da sıkılacağınız kelimelerle anlatmayacağım. Dinler arası, ırklar arası, cinsler arası, türler arası, kültürler arası ve coğrafyalar arası eşitsizliğin temelinde ne var? Bencillik ve tahakküm hastalığı olduğu açıktır. Eşitlik denilen şey, o güzel süslü söz yerine gerçekten var olsaydı kimse eşitlik için mücadele etmezdi.
Eşitlik mi? Eşitsizlik mi?
Hiçbir zaman eşitliği hissetmedim. Bu kelime bana hep soyut ama değerli geldi. Lise yıllarımda Fransız Devriminin sloganın “Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik” olduğunu öğrendim. Sloganın ilk kelimesinin Eşitlik olması dikkatimi çekmişti. İnsan eşit olursa özgür de olur demiştim. Annem babamla eşit olursa, annem babamdan izin almadan her yere gider diye düşünmüştüm. Ben, yıllar önce Kürdistan’da doğduğum şehir D. Bakır’ın Bismil ilçesinde bir çocuk korosundaydım. O dönem Kürtlerin siyasi Partisi Hadep vardı. Çocuk korosuna giderken ben dokuz yaşlarındaydım. Bir gün Bismil Hadep gençlik odasında gençler eşitlik konusunu konuşuyorlardı. Ben çocuk halimle sadece oturup dinliyordum. Hadep Gençlik’ten Davut adında bir genç bana dönerek “heval, sen eşitlik konusunda ne düşünüyorsun?” diye sordu. “Sence eşitlik diye bir şey var mı?” Ben o zaman aileden yola çıkarak şöyle demiştim: “Bence eşitlik diye bir şey yok. Çünkü annem tandırda ekmek yaparken babam bunu yapmıyor” demiştim. Bu arada, “hayatımda eşitsizliği hiç hissetmedim” demiştim. Düzeltme yapmam gerekiyor. O çocuk yaşta, çocuk korosu ve folklor kursuna giderken eşitliği orada hissetmiştim. Çünkü ben partide otururken babam yaşındaki insanların gelip “merhaba heval” deyip elimi sıkması çok tuhafıma gitmişti. Gençlikteki o gencin bana söz hakkı vermesi beni etkilemişti.
Hayatımın sonraki aşamalarında bu ortam beni başka yaşamın dalgalarına da savurdu. Bizim bir komşunun oğlu Murat bir sefer benimle partiye geldi. Biz salonda otururken gelen geçen herkes elini uzatıp “merhaba” deyince çocuğun komiğine gitmiş olmalı sürekli gülüyordu. Ben “neden gülüyorsun?” diye sorduğumda “yaşlı adam bana heval diyor” dedi. Babam bana bazen “merhaba” derken partiye gelince elimi sıkar ve selam verirdi. Bu sebeple “bu parti harika bir yer” demiştim.
Eşitlik mi? Eşitsizlik mi? Bu durumu hayatımın gençlik ve diğer aşamalarında öğrenmeye başladım. Eşitliği ve eşitsizliği geliştirenin ne olduğunu yaşadıkça sorguladıkça öğrendim. Tekstilde çalışırken, lisede okurken, cinsel kimliğimi kabul edip açıklarken en özgürlükçü ve demokrat ortamdan bile dışlanmaya başladıkça, hapishanedeyken, kendi dışında kimlikleri savunurken… Eşit olan kim? Eşitsizliğin sistemsel damarlarını öğrendikçe ve eşitlik adına devletlerin eşitsizce kurduğu yasalar ve sınırları öğrendikçe şaşkınlık yaşadım. Bunun çözümünün bireysel ve kolektif örgütlenme ve dayanışma ağları olduğunu öğrendim. Küçük yaşta iyi ki farklı bir ortamda gözlerimi açmışım. 2002–2013 yıllarında hayatımda radikal militanlık varken, 2014 yılında Türkiye lgbti hareketiyle aktivizmin inceliklerini öğrenmeye başladım. 2017 yılında Avrupa’ya geldim. Bir senedir gözlemliyorum. Avrupa’nın dışarıdan bahsedilen şatafatlı o cazibeliğini ve çok ince hatlar üzerine oturtulmuş yasalarla kurulu hegomonyasını farketmeye başladım.
Cinsiyetçi, ırkçı, türcü ve hastalıklı sistemler hiçbir zaman bunu kabul etmezler. Faşizm, devletlerin yasalarında gizlidir. Türkiye’de artık faşizmin ve katliamcı bir iktidarın olduğunu yaşanan somut gerçeklik gizlemiyor. Fakat Avrupa’da yasalarda gizli olan faşizmi besleyen damarlardan bahsedeceğim. Avrupa’da en azından burjuva demokrasiyle bir noktada söz söyleme alanların olduğunu inkar edemeyiz. Ama iktidar mekanizmaları bindiğin taşıtın uygulanışında gizlidir. Sınıfsallığı hücrene kadar hissedebilirsin.
Cenevre’de Kürdistanlı bir eşcinsel, mülteci
Kürdistanlı bir eşcinsel ve mülteci olarak İsviçre’nin Cenevre kantonunda yaşıyorum. İsviçre bir ulus devlet değil, konfederal bir sistemdir. Demokratik, kantonal ve özerk bir yönetimi vardır. Demokrasisi yerinden yönetimdir. Doğası harikadır. Bu güzel sözler dışında, kendi gözlem ve deneyimlerimden yola çıkarak eleştirel bir gözle bir şeyler yazacağım. Ben Avrupa’ya gelirken her şeyin harika olacağını asla beklemedim. Bir Kürt, eşcinsel ve hapishane görmüş biri olarak iktidarların terbiye etme mekanizmalarını, cinsiyetçi, ırkçı ve hastalık üreten tahakküm güdülerini öğrendim. Bir de mülteci bir kimliğe de sahip olunca sorgulama ve bilince çıkarma yönüm gelişti.
İsviçre’ye iltica ettiğimde, ilkin başvuru merkezinde kalacağımı belirttiler. Soy ismi tutan kimse yoksa başvuru ve dağıtım merkezinde kalırsın. Ben ibne yani kurnaz zekamı kullanarak, lgbti derneklerinden aktivistlerin ve avukatın mektuplarıyla orada kalmadım. Transfer olmak istediğim Cenevre kantonuna da mektuplar aracılığıyla gelebildim. Normalde sen istediğin kantona değil onarın transfer edeceği kantona atanırsın. Tanıdık arkadaşların olduğu kanton olması şans gibidir. Mektupların etkili olacağını beklemezdim. Cenevre kantonu benim konaklama durumumdan sorumludur. İltica eden kişi transfer olduğu kanton senin konaklamandan, kağıt işlerinden, ekonomik ve sosyal destek konusunda sorumludur. Bu arada şunu belirtmek isterim; Avrupa’da mültecilerin sosyal ve ekonomik koşulları konusunda en iyi ülke olarak bilinir ve bu böyledir. Oturum alana kadar, senin şehir içi biletlerine kadar verilir.
Böyle güzel bir ülkeden daha ne istersin? Ben kişisel deneyimim ve gözlemlerimden yola çıkarak sizlere faşizmin damarlarının beslendiği bazı kurallar, uygulamalar ve yaşanmışlıkları anlatacağım. İsviçreliler hatta bunu yaşayan mülteciler bile bunun farkında değildir.
Ben 6 Ocak 2017 tarihinde Cenevre kantonuna transfer edildim. Kantonun mülteci işlerine bakan L’Hospice Général kurumuna bir trans kadın arkadaşım ve bir natrans kadın arkadaşımla gittim. Trans kadın arkadaşım iltica başvurusu yaparken ev adresini göstermişti. Onun İsviçreli ve trans bir kadın olmasından kaynaklı izin verdiler. Kantonla resmi randevumun olduğu gün beklemediğim bir durumla karşılaştım. Yanımda İsviçreli ve Fransız vatandaşı iyi Fransızca bilen iki arkadaşımın olması hayatımı kurtarmalarına sebep oldu. Ben Fransızca bilmediğim için Türkçe de bilen arkadaşım bana “yer altı kampı dışında başka yer yok diyor” dedi. Ben daha önce yer altı kampını duymuştum. Nükleer savaşa karşı oluşturulan sığınaklara mültecilerin “yer yok” denerek geçici olarak yerleştirildiğini duymuştum. Orada, saatin yoksa gece mi, gündüz mü olduğunu bilemezsin. Üç gün oraya gitmezsen iltica dosyan kapatılır. Ayrıca orada yemek verildiği için sosyal servisten çok az para alabiliyorsun. Ben bana doğrudan buranın çıktığını duyunca, uzun boylu ela gözlü şefin gözlerine baktım, arkadaşıma dönüp “peki başka bir yer yok mu?” diye sordum. Arkadaşım çeviri yapınca adam “bakıyoruz” dedi. Adam sanki çok normal bir işlem yapıyor gibi konuşuyordu, sesi tok. Yaptığı işten memnuniyetini daha sonraki günlerde görünce daha çok hissettim.
Şef gelip arkadaşlarıma ve bana “başka yer yok” deyince trans kadın arkadaşım “ben geçici olarak ev adresimi yazsam olur mu?” diye sordu. Adam okeyledi. O arkadaş olmasaydı… Belki farkında değildi ama hayatıma dokundu resmen. Ben hapishanede tekli hücrede kalmış birisi olarak, oradan ruh sağlığım iyi durumda çıkamazdım. Hapishanede zorla psikiyatriye götürme seansları ve yaşananların ayrıntısına girmeyeceğim. Oradaki fiziksel ve psikolojik işkence yaralarını halen taşıyorum. Bir çok iltica başvurusunu yapan kişinin iç dünyasını ve yaşadıklarını bilmeyiz. Devletlerin bu insanların yaşanmışlıklarını görmeden, onlara dosya olarak bakması tam da faşizmin duygusudur. Çünkü faşizm duygusuzdur. Kendini ve çıkarlarını düşünür. Yer altı kampında bir odada çok sayıda insan kalır, yemekleri verilir, ekonomik ve parasal olarak devlet karlı çıkar. Fakat mülteciye “ne yersin?” diye sormaz. Birisine istemediği bir hayvan eti yediriyorsan bu faşizm değil mi? “Senin ne yiyeceğine ben karar veririm.”
İlk sosyal asistanım Kürt bir kadın olunca, dil sorunu çözüldü ve birbirimizi anladık, yer altı kampına da gitmedim. Arkadaşımda geçici olarak kalıyorum. Bana uygun bir kamp arayışına çıktık. Cinsel kimliğimden kaynaklı olarak, Cenevre’de, içinde mutfak ve duş olan, tek kişilik küçük bir stüdyo buldum. Önceleri kötü rüyalar görsem de, sonra orayı yaşam alanına çevirdim. Ben eşcinsel olduğum için bir yol buldum. “Peki başka insanlar ne yapıyor?” diye merak ettim. Sonra Cenevre’de sürekli tramvayla önünden geçtiğim Balexerd alıveriş merkezinin altında otopark, otoparkın altında da mülteci kampı olduğunu öğrendim. Orada kalan kürt gençleriyle tanıştım. Orada hastalanan insanlar ancak doktor raporlarıyla çıkabildiler. “Bunlar neden?” diye kendi iç dünyamda sorguladım. Buna kelime bulmakta zorlandım. “Yer altı kamplarını sikelim” diye bir yürüyüş oldu. Yer altı kampında kalan mültecilerin bile bu yürüyüşten haberi yoktu. Ben bir arkadaşımla yürüyüşe gittim. Zamanla bu kamplara karşı sesler yükselince kampların kapatıldığını duyduk. Bu kamplar legal bu arada… Ama hala bazı yerlerde parkların altında sadece siyahilerin kaldığı kamplar var. Bu biraz da gelen mültecilerin bilgi sahibi ve dil bilmeyip hakkını arayamadığından cesaret alarak uygulanıyor.
Mültecilere verilen kimlikler N‑F-B ve tabii ki kimliksizler var. C kimlikliler İsviçre vatandaşı olanlar. Gelen tüm mültecilere Cenevre’de N kimlik verilirken başka kantonda olan mültecilere bu kimliğin verilmediğini orada kalan arkadaşlarımızdan öğrendim. Ben şimdi B kimlikliyim. Bunu mülteci arkadaşlarımın yanında söylemekten utanıyorum. Çünkü kimlik hiyerarşisine göre ben üstte oluyorum. İlk geldiğimde N kimlikliydim. Bir mülteci ben N kimlikliyim derken yüzünde hüzün belirlenir. Bir de ikinci görüşmeye gittim fakat cevap bekliyorum diyenler veya ikinci görüşme bekliyorum diyenler arasında yüzündeki anlam başkadır. Zamanla bu kimlik hiyerarşisinin mültecilerde travma yarattığını fark ettim. Bu alfabetik ve hiyerarşik sıralama dışında başka bir yöntem bulunamaz mı? Biraz da bunun bilinçli yapıldığını düşünüyorum.
İsviçre çok demokratik bir ülkedir
Eşitsizlik demiştik değil mi? İsviçre’de eşitsizliği ruhunuza kadar hissedersiniz? Bindiğiniz trene kadar o sınıfsal farklılığı ve polis kimliğiniz isteyince onu ruhunuzun tamamıyla hissedersiniz. İsviçre deyince artık hafiften gülümsüyorum. İnanılmaz bir ülke… Çünkü doğrudan demokrasi var, 26 kantonu var ve resmi dört dili var. Gerçekten dünyada böyle başka bir ülke yok. Yasalara göre vatandaş olan herkes oy kullanır. İsviçrenin nüfusu 8 milyondur. Sizce kaçı oy kullanıyor? İnternet’teki verilere göre sadece yüzde 29.40 oy kullanmazlar. Mültecilerin oy kullanma hakkı yok. Yani demokrasinin temel ilkesi seçme ve seçilme hakkından mülteciler faydalanamaz. İsviçre çok demokratik bir ülkedir.
“Faşizm devletlerin yasalarında gizlidir” deyince size kuru bir söylem olarak gelebilir. Hiçbir homofobik, zenofobik, transfobik, cinsiyetçi kadın düşmanı, ırkçı ve türcü bunu kabul etmez. Bunu yapanlar da başka gizli bir yöntemle sana yaşatır. İş yerinde mobinge maruz kalan işçi gibidir. Eşitlik kelimesiyle devletler gizli bir eşitsizlik uygulayabiliyor.
Yaşadığım bir deneyimden yola çıkarak size anlatacağım. İsviçre’de bir senem doldu. Şimdi haksızlık etmeyeyim. Yaşadığımız kendi ülkemizde görmediğimiz saygıyı ve ilgiyi burada görebiliyoruz. Ben bana erkek diye hitap etmenizden rahatsız oluyorum deyince kadın diye hitap edebiliyor. Burjuva demokrasinin böyle güzel bir yönü var. Herşeyin en güzeli onlar yapmalıdır… Gerçekten yer altı kampları İsviçre devletine yakışmaz ve kara bir lekedir. Ben o kamplarda kalmadım diye unutacak değilim. Bunlar kapatılmış olsa da bu işkenceye maruz kalan mağdurlarla görüşerek belgeleme çabam olacaktır.
Neden iki sene?
Cenevre’de artık kamptan çıkıp eve geçme arayışım var. Cenevre’de iki yöntemle ev bulunur. Eğer çalışıyorsanız “régie” (emlakçı) dedikleri kurumlara başvurarak ev bulabilirsiniz. Ya da belediyeye bağlı resmi kurumlara başvurarak uygun fiyata ev bulabilirsiniz. Régie’lere başvurdum. Bana “biz Hospice Général’e bağlı olanlara yani mültecilere ev vermiyoruz” diye maille cevap verdiler. Bazı emlakçılarda da “bana kayıt dışı para verirseniz olabilir” deniliyor. İstenilen para miktarı ise aldığım aylık paranın iki katı. Kısacası ikinci yola başvurmaya çalıştım. Bir kurumun adı “Office du Logement” diğeri ise “Gérance immobilière municipale”. Office du logement’a başvuru yapıp dosyamı verdim. Dosyamı aldılar. İki hafta sonra iki sene Cenevre’de yaşamış olma şartını doldurmadığım için dosyamı red ettiler. Gérance immobilière adındaki diğer kurumda da iki sene şartı var. Görevli “Sosyal asistanın, senin dosyanın özel olduğuna dair mektup yazarsa şefime dosyanı verebilirim” dedi. Sosyal asistan da, kampta güvenliğimin olmadığına ve tacize uğradığıma dair mektup yazdı. Mektuplarla beraber iki kuruma da bir kez daha gittim. Bir kurumda yetkili “dosyanı alamam” dedi ve iki sene Cenevre’de yaşamamış olma gerekçesini söyledi. Ben de “neden iki sene bunun mantıklı bir açıklamasını istiyorum” diye sordum. “Çünkü devlete vergi vermiyorsunuz” dedi. Ben de “ben mülteciyim, devlet bana destek sunuyor. Şu an fransızca bilmiyorum. Çalışamadığım için vergi veremiyorum. Şu an tek yapabileceğim iş seks işçiliğidir.” dedim ve “o zaman beyazlara ev var fakat siyahlara ev yok” diye ekledim. Adam, “böyle konuşamazsın” dese de, mektubumu aldı ve “sosyal asistanınla konuşacağım” dedi. 18 Ocak tarihinde sabah bir mektup Gérance immobilière municipale kurumundan geldi. İki yıl Cenevre’de yaşamadığım için dosyam alınmamış sosyal asistanıma yollanmış. O da not yazıp bana “Hospice Géneral’dekilere ev vermiyoruz” diyen emlakçılara yönlendiriyor. Sinirlerim tepeme çıktı. Pazarda bana tezek satıyorlar.
cdiye açıklama yapmıyorlar. Yasalara böyle yazıyorlar. Ve eşit bir temelde herkes için geçerlidir diyorlar. Yine güzel süslü söz “eşitlik” çıktı meydana… İsviçreli mülteci ayrım etmeksizin 2–5 yıl arası Cenevre’de yaşamamışsan ev bulamazsın. İsviçreli insanların bu kuruma ihtiyacı yok. Çalışan ve Fransızca bilen birisi zaten emlakçılara para yedirerek ev bulur. Mülteci olup para yedirenler de bulur. “Beyaz“dan kastım buydu. Yani paran varsa ev bulursun. Fakat bu 2–5 yıllık sınır ve kural daha çok mültecileri etkiliyor ve %90 mültecilerin başvurusunu engellemek için uygulandığını düşünüyorum. Sosyoekonomik statüsü iyi insanlar başvurabiliyor. Eşit temelde hazırlanmış denilse de bu kelimeyle eşitsizlik gizleniyor. Bu eşitsizlik, ayrımcılık ve zenofobi yasalarda gizlidir. Ben “sadece lgbti, kadın, çocuk veya engelli mültecilere pozitif ayrıcalık tanınsın” demiyorum. Bu yıl sınırlamasının önce mantıklı açıklaması istiyorum. Açıklaması yok. Bu kuralı koyanlar ne düşünerek koydular? Mültecilerin konut hakkına erişimini engellemek içindir. Benim kaldığım kamp yine gayet iyidir. Hasta, çocuk sahibi ve dört kişiyle aynı odada kalan insanların ruh sağlı iyi olamaz.
Ben “Neden 2 Sene?” diye bir kampanya başlatma taraftarıyım. Aynı zamanda bu yasayla hukuki mücadele için dava açmayı düşünüyorum. Bu konuda farkındalık yaratma eylemleri yapmayı düşünüyorum. N kimlikli olup bu kurma hiç başvuramayanlar var. B kimlik olunca da yıl sınırlanması çıkıyor karşımıza… Tamamen merdivenleri yavaş yavaş çıkmanı isteyen ve önünde kimlik hiyerarşileri ile seni aşağıda kendini yukarıda gören bir üstünlük duygusunu mültecilerde yaratmak istiyorlar. Berlin’de mülteci olan trans bir arkadaşım Aras Göngür, Almanya toplumunun mültecilere yaklaşımını analiz ederken temel tezini “Eşitlenme korkusu” üzerinden kuruyordu. Almanların “siyah kafalı mültecilerin sarı kafalı Almanlarla eşitlenmesinden korktuğunu” söylüyor.
İsviçreli mültecilere uygulanan prosedür ve yasal uygulamalarla mültecilerin asla bir İsviçreli ile eşit olmayacağını hissettiriyorlar. “Biz size ne kadar verirsek onunla yetineceksiniz!” Yıllardır Türklerle eşit olmak için mücadele eden Kürtlerin özgürlük ve eşitlik mücadelesi bana çok şey kattı. Kürdistanlı bir eşcinsel olarak sorgulayabilen bir zihin yapısı bende geliştirdi.
Türklerle, heteroseksüellerle eşit olmadığım gibi İsviçrelilerle de eşit olmayacağımı bilerek bu eşitsizliği belgelemek, hayatımda yaşadığım deneyimlerle anlatmak boynumun borcudur. Bu anlattıklarımın hepsinin belgeselini çekmeden bu dünyadan gitmeyeceğim…