Hikayem­iz odur ki, gökkuz­gun kuşu­nun yaren­liğinde, Hasankeyf’te Dicle’nin gündüz ve geceler­ine sev­dalı mavi saçlı, mavi gözlü bir kadının inatçı ve güzel yüreği ile yazılmaktadır.

Yakın­da sular altın­da kala­cak olan bu uygar­lık­lar diyarın­da­ki mağar­alar­dan birinde fiili bir yaşam direnişi başla­tan Meryem Mer­lan ya da Mavi Meryem ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Bin yıl­lar evvel avcı toplayıcı klan­ların özgür Dicle’nin kıyısın­da başlat­tık­ları bu hikayem­izin arke­olo­jik kayıt­ları­na bir göz atalım önce:

Hasankeyf Höyük’teki yer­leşimin önem­li bir kıs­mı, hem mekân­sal hem de zamansal anlam­da, oldukça kalın bir kültür tabakası içerisinde art arda inşa edilmiş çok sayı­da mimari yapı­dan oluşur. Hasankeyf Höyük’te gördüğümüz mimari yapım tekniklerinde­ki ileri teknolo­ji, kar­maşık ölü gömme gelenek­leri ve üst düzey üre­tim teknikleri, takip eden dönemde ortaya çıkan tarım­cı köy toplu­luk­ları ile kıyaslan­abile­cek dere­cede üstündür. Buna karşın, Hasankeyf Höyük’teki yer­leşme besin üre­timine day­alı ekono­mi­den tama­men uza­k­tır ve höyük sakin­lerinin geçi­mi­ni tümüyle avcı toplayıcı yaşam tarzı ile sürdürdüğü anlaşıl­mak­tadır. Yukarı Dicle Vadisi’nde bulu­nan Hasankeyf Höyük’te yer­leşme MÖ yak­laşık 9.600–9.000’e tarihlendirilir.
Aktüel Arke­olo­ji

Sadık: Kısaca ken­di­ni tanıtır mısın? Meryem Mer­lan kimdir ?

Meryem: 1976 Hazi­ran’ın­da Eskişe­hir’de Por­suk nehrinin kenarın­da bir doğumhanede doğ­duğun­dan mıdır bil­in­mez su ile göbek bağı olan, anne baba bir erkek bir kız kardeşten oluşan çekird­ek ailede ve çocuk­luğunu köyde yine derelerin içinde oyna­yarak, hay­van­lar ve bitk­il­er­le iletişim kur­maya çalışan, tren ista­sy­onun kenarın­da yol­lara dağlara sev­dalı, 98 yılın­da İst­anb­ul’a göçen ve aile­den kalma şifacılığı eczanede çalışarak zin­ciri tamam­la­maya çalışan, 20’li yaşları heye­can ve kanıdelilik­le geçiren, 40’ında yola çık­maya karar veren, iki evlilik geçirip evi barkı dağıtıp sırt çan­tasıy­la ve yine umut­la yol­lara düşen mavi saçlı gez­gin Meryem sıfatıy­la tanı­nan 2 yıldır plan­sız rotasız, köy şehir kasa­ba dolaşıp, bazen birkaç aylığı­na da olsa iste­diği zaman kalan, duran, ve en sonun­da Hasankeyf’e gelip bur­da dur­maya karar veren, ve adı şimdil­erde ‘“Maxlota” (Mahlota) ve hat­ta okunuşuy­la “çii­ikin Mahlota” olarak anılan mağara­da başlayan yaşam­dan son­ra yaban ya da mağara kadını olarak ta bili­nen, ken­di­ni, veg­an (an itibariyle yak­laşık 4/5 aydır ama son­rası ner­eye gider bilmediğim), Queer, müs­lü­man, anarşist, seyyah, ekolo­jist, aktivist, zaman zaman pasi­fist, gözlem­ci, araştır­ma­cı, yazar olarak tanım­layan bir garibanım.

Hasankeyf’e yer­leşme fikri nasıl oluş­tu ve sen bu zor­lu coğrafya­da yaşa­mayı nasıl göze aldın?

Hasankeyf’e yak­laşık 20 yıldır gelmeyi düşünüy­or­dum ama o zaman­lar çalış­mak zorun­day­dım. Geçtiğimiz Ağus­tos ayın­da, gez­gin dos­tum Fer­it Üç ile bir­lik­te Kadıköy’de yeni diza­yn etm­eye çalıştığım bir oda­da, sosyal medyada­da pay­laşılan dina­mi­tle kay­aların düşürülme­si haberi­ni izliy­or­duk. O dönem Kadıköy’de kollek­tif bir sanat atö­lye­si mod­eli üzerinde çalışıy­or­duk ve kış boyun­ca yol­lar­da olmak­tan baya yorul­muş­tum. Haberi gördük­ten son­ra, önce “neden kim­s­enin sesi çık­mıy­or?” dedik son­ra, “e biz gezginiz, ne duruy­oruz?” dedik. Ve Ağus­tos ayın­da, güneş tutul­ması­na denk gelen zaman­da, İst­anb­ul’d­an beş arkadaşla, Hasankeyf’e geldik. Etkin­liği duyan dost­lar da gel­di. Hasankeyf’te tanıştığımız güzel dost­lar ve katılan­lar­la beraber, gün batımın­da çem­ber oluş­tu­rup güzel dilek­ler­im­izi sun­duk bir güneş tapı­nağı ve eski vadinin içinde… İki gün kalıp İst­anb­ul’a doğru yola koyul­duğu­muz­da boynum­da Dicle’nin armağını bir taş, yüreğimde Hasankeyf’e geri dön­me isteği vardı.

İst­anb­ul’a varır var­maz tüm hay­al­ler­i­mi Hasankeyf üzer­ine kur­maya başladım ve 2 aylık bir süreçten son­ra Hasankeyf’e 20 gün­lük bir yol mac­erasıy­la gelip yer­leş­tim. Yak­laşık 1 ayı geçen süredir çok sevdiğim bir mağaraya yer­leşmiş bulunuy­o­rum. Şart­lar oldukça zor­lu dememe gerek yok tabii ki. Kürtçe bilmemem çok sorun olmasa da kadın olmak tek başı­na olmak para kul­lan­ma­maya çalış­mak ken­di yağın­da kavrul­maya çalış­mak oldukça zor­lu. Onun ötesinde fizik­sel ya da iklim­sel şart­lar çok da zor­lamıy­or beni. Gez­gin olmam­dan kay­naklı bazı sorun­ları da kıs­men de olsa kolay­ca çöze­biliy­o­rum. Cesaret, kendine güven, ken­di­ni tanı­ma ve sınan­maya hazır olma, zamanımın gelmiş olduğunu düşündüğüm­den tüm zor­luk­lar bir nevi beni güçlendiriyor.

Hasankeyf

Kıs­men de olsa, gezgin­lik­ten yer­leşik bir kon­u­ma geçmiş bulunuy­or­sun. Bu değişime adapte olmak zor­lamıy­or mu seni?

İşin aslı, sevgili Sadık, gezgin­liğim bur­da tam olarak ta pekişiy­or ve gelişiy­or. Bura­da gez­gin tanımını yeniden yap­mayı plan­lıy­o­rum mesela. Ta ki seyyahlık geleneğin­den bu yana… Gezgin­lik yal­nız­ca yol­da ya da hareket halinde olmak­tan öte dur­duğu yerde de yol­cu­luk­lara çık­a­bilmek. Tüm gezdiğim yer­ler­den ve deney­im­ler­im­den yola çıkarak koca­man bir evrende bel­ki ömür­ler yet­meye­cek bir gezgin­lik mac­erasın­dayım. Her gün yeni bir yer keşfediy­o­rum bura­da. Yak­laşık on binden fazla mağara var, düşün! Bir çok vadi, bir çok da köy… Yakın civar­lara günü bir­lik gezip geliy­o­rum. Uzun zamandır git­mek iste­diğim yer­ler bun­lar ve bana çok yakın. Cizre, Silopi, Hakkari, Şır­nak, Siirt, Bat­man, Mardin ve civar­lar, ve köyler… Şunu söyleye­bilir­im; iki yıl­lık yol mac­erasın­dan son­ra gezgin­liğe daha yeni başlıy­o­rum. Hazır his­set­tiğim anlar oluy­or, bazen de afal­ladığım, ama güzel geçiy­or şu an.

Hasankeyf’teki ilk gün­leri­ni anlatır mısın biraz? Önce­lik­le Hasankeyflil­er seni nasıl karşıladılar?

Ağus­tos ayın­da arkadaşlar­la geldiğimizde tanış olduğu­muz birkaç güzel dost vardı. Onlar­la zat­en irt­ibatı kopar­madım hiç. Sağol­sun­lar çok yardım­cı oldu­lar. Hasankeyf özelinde aslın­da tüm Kürdis­tan coğrafyasının Mezopotamya’nın çocuk­ları oldukça mis­afir­per­ver­ler. Buraya yıl­lardır çok fazla gez­gin, tur­ist, aktivist gelmiş. Bir çoğu da güzel pratik­lere imza atmışlar ama herkes bir anda sus pus olmuş, ter­ket­miş burayı. Dolayısıy­la mis­afirken sorun yok ama kalmaya karar verdiğinde tabii ki tüm gözler üzer­ine çevriliy­or. Geçmişten kalan güven­si­z­lik ve hay­al kırık­lık­ları bellek­ler­ine, yürek­ler­ine kod­landığın­dan, kendi­mi tanıt­mak ve güven bağı kur­mak oldukça zor oldu diyebilirim.

Yak­laşık iki aydır bur­dayım. Hasankeyflil­er beni, ben ise onları gözlem­liy­o­rum. Tanış­ma sıkın­tılı değil ama buraya gelmiş olmam ve kadın olarak, ve tek başı­na olarak, ve bir de mağara­da yaşa­ma fikri­ni hay­a­ta geçirm­eye başladığım­da, kış şart­lar, bur­da­ki herkesin taşın­maya hazır oluşu ben­im mağara­da yaşa­ma geçiş inadım, ara sıra gördüğüm saç­malık­lara ya da yan­lışlık­lara suskun kalmayıp zaman zaman par­la­mam­dan kay­naklı olarak, ve pek doğal olarak, bazıları garib­an dedi acıdı, bazıları deli dedi kim­i­leri çıl­gın, kim­i­leri “aca­ba kimin ajanı?” dedil­er… Bu ara­da bir espri değil bu ajan muhab­beti. Burası oldukça karışık, çünkü kim kime neden, nasıl, ne yol­la hizmet ediy­or bel­li değil. Tanış­mak, ken­di­ni tanıt­mak, insanı tanı­mak ve güven sağla­mak, yeni bir yerde sıfır­dan başla­mak, bu açı­dan güçlük içeriy­or. Hele ki Hasankeyf’se buranın adı…

Ne kadar zaman oldu ve geçen süre zarfın­da yaşadık­ların­dan bir fikir edinebildin mi ?

Sanırım tam olarak geliş tar­i­himiz 17 ekim 2017. Tar­i­himiz diy­o­rum, bir­lik­te alakır nehri kardeşliğin­den gelmiştik, uzun ve güzel bir yol­cu­luk son­rası… Sen de birkaç gün gördün yaşadın, bura­da yoğun bir yıkım, talan, kıyım ve saç­malık­lar söz konusu. Küre­sel ser­mayeyi bura­da daha net hissediy­or insan. Neden küre­sel ser­maye konusuna girdim biliy­or­sun, UNESCO kriter­leri… Ki bu söz artık dillerde pele­senk olması­na rağ­men, gerçek­te bu yöre 10 kri­ter­den 9’una sahip bir “insan­lık mirası” olması­na rağ­men, ve neredeyse tüm insan­lık bunu bilme­sine rağ­men suskun kalıy­or. Devlet ve şir­ket poli­tikaların­dan hiç bah­set­miy­o­rum. Biliy­or­sun ben­im derdim insan­ların, en azın­dan bilen­lerin neden suskun kaldığı. Ülkem­iz koşulların­da bir nedeni var tabii ki, yan­lış bir uygu­la­ma ya da bir hak­sı­zlık gördüğünüzde, ya da gerçek­ten yan­lış bir şeyi işaret ettiğinizde hemen muhalif olarak adlandırılıp dışlan­abiliy­or ya da yasalarla bazı sıkın­tılara gire­biliy­or­sunuz. Buralar­da işler fazla­ca karışık Sadık. Bazen anla­mak mümkün olmuy­or. Bir çok yer gördüm gezdim biliy­or­sun bir çok insan­la tanıştım araştırdım, okudum, mer­akım beni buralara kadar getir­di. Ama kao­su o kadar çok istemişiz ki! Bunu bura­da bu kadar net hissediy­o­rum. Evrenin büyük oyun sahası­na bakıy­or­muş hissi uyandırıy­or burası. Tüm efsanel­er mitolo­jil­er, din­ler, insan­lık önce­si ve son­rası tüm tar­ih önce­si ve son­rası, hep­si göz­lerinin önünde serili.

  • Hasankeyf

Düşün ki bir mağara­da yaşıy­o­rum şu an. Teknolo­jiyi tama­men iletişim araçların­dan kopar­madım henüz. Şimdi­ki şart­lar bunu gerek­tiriy­or. Tıp­kı eski­leri yad­ed­erken o zamanın şart­ları­na göre yorum­la­mamızın ufku­muzu açtığı gibi, bu anın şart­larını da kab­ul edip ona göre davran­maya gayret ediy­o­rum. Buraya gelirken­ki hal­im ve düşünceler­im­le, şim­di, şu an yazdığım, şu anlar­da­ki fikir­ler­im çok fark­lı. Kao­sun içinde dönüşüm olarak gird­abın ortasını sıfır nok­tası, “fırtı­nanın gözü” olarak ima­j­landır kafan­da. Aman dikkat et düşle­mek bile yaratım bu aralar ne iste­diğine dikkat et! (gülüy­or). Hep bir­i­leri istiy­or diye bir şeyler oluy­or bu aralar. Eyval­lah başımız gözümüz üzer­ine de, arkadaşım, senin düşün ben­im cehen­ne­mim oluy­or. Özgür­lük tanımını yıl­lardır yap­maya çalışıy­oruz da, bir an düşled­im ben de. Düşünce özgür olmazsa hiçbir özgür­lüğün anlamı yok. Tıp­kı “eşek özgür­lüğü” gibi. Bir abi can anlat­mıştı yıl­lar önce demişti “eşek özgür­lüğü şudur: Eşeği çayıra bağlarsın. İpini uzun­ca tutarsın. O etrafta otlanır yatar ‚eğlenir durur. İpin uzun­luğu kadar bir hür­riyetle mut­ludur eşek.” Bir de eşeği çayıra salan­lar vardır. Eşeğin özgür­lüğü yine bir insan elinde demek. Ve evet eşeğe altın semer de vur­san eşek eşek­tir. Zati iddası da yok, ne yap­sın altını? Altın yük­tür ona, semer de yük­tür. Hem ne anlasın eşek hoşaf­tan? Ha der­ler ki “eşeğin aklı­na karpuz kabuğu düşürme”. Neden mi? Çünkü yaz gel­di sanır, atlar suya. Vay haline eşeğin! Ama biz han­gi şarkıy­la büyüdük biliy­or­sun : “Arkadaşım eşek”!… Sana ne semer vuru­rum, ne de önüne geçer­im tüm çayır­lar senin. Otla otlaya­bildiğin kadar. Bel­ki bir ömür yeter sana bu cayır çimen.

Ne diy­or­duk? Bazen çok uza­tıy­o­rum ben, kusura kalma. Konuşurken de böyle, yazarken de, düşünürken de… Hep der­im, “şey­tan ayrın­tı­da gizli”. Ayrın­tıyı bilmezsen şey­tan­lığı hileyi oyunu göre­mezsin. “Büyük pencere­den bakın” diy­or­lar bir de, micro­da bak bakalım nel­er var. Yaşadık­larım­dan edindik­ler­im o kadar çok ki bazen kaldır­mak zor oluy­or ve aktar­mak ta böyle zor oluy­or dolayısıy­la. Önce her şeyi öğren­m­eye çalışa­cak­sın son­ra o kadar çok şey bile­ceksin ki bak­tın dibi yok o labirentte takılır kalır oyu­na devam eder­sin ya da herşeyi bilme yol­un­da helak olmadan tüm bildik­leri­ni unut yeniden başla. Bu sefer yaşa­yarak teoride değil. Pratik­te, yani ken­di­ni gerçek­leştirme yol­un­da, yani ken­di­ni ortaya koyarak. Hal­i­hazır bu devin­im içindey­im, fikir­ler o yüz­den fazla­ca metaforik bazen. Düşün ki bu ‘“akıl­la konuş­ma” hali. (“Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok” Ömer Hayyam)

Hasankeyf en eski uygar­lık­lar­dan Artuk­lu­lara ev sahipliği yap­mış bir şehir ve yakın­da Ilı­su Bara­jı pro­je­siyle sular altın­da kala­cak. Yeni bir Hasankeyf saki­ni olarak sence şim­di ne olacak ?

Sanırım pro­je sahip­leri bölge sakin­ler­ine 15 Aralık’a kadar süre vermişler.

Hasankeyf’in bir dünya mirası olarak korun­maya alın­ması gerekirken, dünyanın göz­leri önünde Ilı­su Bara­jı’nın dol­gusu bahane­siyle dina­mitlenerek yıkıl­ması­na ve UNESCO’­nun ses­si­zliğine ne diyorsun?

Her şey ser­maye için, sevgilim” diye bir şarkı yap­mış gençler bildin mi ? İşte ondan dolayı herkes susuy­or. Hay­di bakalım…

Pro­je sürecinde, başlar­da Hasankeyf’in sular altın­da kalma­ması için çok çeşitli gir­işim­ler, etkin­lik­ler yapıldı. En son Zeynel Bey türbesinin taşın­ması ile bir­lik­te pro­j­eye ve şim­di artık şan­tiy­eye dönüşen bara­ja karşı bütün gir­işim­ler bıçak­la kesilmişçe­sine ses­siz ve ken­di halinde bir moda çek­ilmiş durum­da. Bun­dan son­ra ne ola­cak ? Gönül ister ki bölgede­ki kuru­luş ve kişil­er yeni dayanış­ma biçim­leri ve strate­jil­er etrafın­da bir koor­di­nasy­on oluş­tu­rarak harekete geçsin­ler. Bugün Meryem’in tek başı­na sürdürdüğü mücade­lenin Hasankeyf’e kazanım getirmeye­ceği düşünülebilir, ama o gir­işimiyle, duruşuy­la orada­ki mücade­leyi can­landırıp, moti­vasy­on getire­bile­cek bir kon­um­da. Çünkü, Hasankeyf’in cesaret, iletişim ve dayanış­maya ihtiy­acı var.

Geli­nen aşa­ma­da Hasankeyf’i uygar­lığıy­la bir­lik­te sular altın­da bıraka­cak olan Ilı­su pro­je­sine iti­raz etmek, karşı çık­mak da yet­miy­or. Çünkü su hay­dut­ları ve onların bütün yer­el ve özel bileşen­lerinin ekonomik poli­tik ve huku­ki argü­man­ları artık öyle bir aşa­maya getir­ilmiştir ki, Hasankeyf’i (diğer ben­z­er katil pro­jel­erde olduğu gibi) bir cinayete kur­ban etmeleri­ni engelleye­cek hiç bir şey kalmamıştır. Cinayet, herkesin göz­lerinin önünde çek­ince­siz işlen­mek­te­dir artık. Hasankeyf’te kaldığım o kısa süre zarfın­da Meryem’le, yerelde­ki pek çok insan­la ve kurum­la konuşarak, tartışarak anladığım şu ki; Hasankeyf’i yaşat­ma mücade­le­si, yüzyıl­lara yayılan bir uygar­lığın su, toprak, ağaç, hay­van, insan ilişk­isi ile; yani onun biy­olo­jik sosyokültürel, tar­i­hi ve poli­tik dokusunu oluş­tu­ran dinamik­leriyle bir­lik­te ele alın­mak zorun­dadır. Bugün Hasankeyf’in ayak­ları­na dolanan en önem­li açmaz, sakin­lerinin büyük çoğun­luğu­nun eli­ni kol­unu bağlayan ekonomik çıkar hesaplarıdır. Ki bun­lar­dan en önem­lisi, şu anda­ki yıkımı gerçek­leştiren taşeron şir­ketler­den birinin bölge­den ve Kürt köken­li olmasıdır. Ya da kayıt dışı esnaflık ile, buna Ilı­su pro­je­sine kadar göz yuman devletin şan­ta­ja day­alı baskısıdır. Bütün bu öznel durum­lar, yer­el halkı Hasank­leyf’i yaşat­ma gir­işim­lerinden uzak tut­mak­tadır. Başlar­da­ki o etkin ve yoğun katılım­lı duyarlık­lar giderek sönümlenmektedir.

Dolayısıy­la devletin yer­el halkı üç beş kuruşluk arsa bedeli (ki, bu para da pek çok­larının elin­den uçup git­miştir) ile “ikna” edip, Toki menşeili hapis­hane tipi beton blok­lara kap­at­tığı büyük çoğun­luğu, Hasankeyf’i yaşat­mak adı­na direniş ve dayanış­maya çağır­mak da prob­lem­li bir hal almıştır. Bu sorun ken­di özgün koşulları içinde Hasankeyf dost­ları tarafın­dan tekrar tartışıl­malı ve yeni bir mücadele ve dayanış­ma için yeni yol­lar, yön­tem­ler bulunmalıdır.

Meryem’in mağara direnişi­ni bu koşullar altın­da anla­mak­ta zor­lanan yer­el hal­ka ve onun yakın çevresin­de­ki kimi dost­ları­na da şunu söyle­mek ister­im: Meryem’in neden ora­da bir mağara­da tek başı­na bir direniş biçi­mi­ni ter­cih ettiği ve bu direnişi ile ne anlat­mak iste­diği ancak yukarı­da sıral­adığım özgün neden­ler­le bir­lik­te düşünüldüğünde anlaşıla­bilir. Ancak o zaman yeniden ekososyal bir duyarlığın ve onun etrafın­da şekil­lenecek yeni ve uzun soluk­lu bir dayanış­ma ve mücade­lenin önü açılabilecektir.

Dicle özgür aksın, Hasankeyf yaşasın!
Dayanışma yaşatır!


Katil proje gerçekleştirildiğinde
Ilısu Barajı’nın yok edeceği yüzlerce canlıdan sadece bazıları

HasankeyfGökkuz­gun: İnce yapılı, küçük kar­ga boyu­tun­da bir kuş­tur. Sık­lık­la teller ya da alçak ağaçlar üzerinde bulunur. Hasankeyf’te­ki nüfusu­nun yuvalan­ma alan­ları baraj suları altın­da kalacak.

Yumuşak Kabuk­lu Fırat Kaplumbağası: Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de yaşaya­bilen bu tür, ülkem­izde sadece Fırat ve Dicle nehirlerinde yaşamını sürdürüy­or. Su ısısın­da­ki düşüşler türün yaşam fonksiy­on­larını cid­di biçimde etk­ilediği için, kaplumbağanın yaşam alan­ların­da inşa edile­cek bir baraj, türün devam­lılığını tehlik­eye sokacak.

Çöl Varanı: Bölgede­ki en büyük kertenkeledir. Cizre çevresinde, nehir kıyısın­da­ki alan­lar­da ürüy­or. Ilı­su Bara­jı’nın nehir eko­sis­tem­i­ni değiştirme­si ve yaşam alanının azal­ması sonu­cun­da burada­ki nüfus dolaylı olarak etkilenecek.

Tavşancıl: Boyu 55–65 cm’ye ulaşa­bilen büyük bir yırtıcı kuş olan Tavşancıl, Hasankeyf ve Güçlükon­ak’­ta ürüy­or. Dicle nehrinin kay­alık­ların­da hâlâ yaşayan iki tavşancıl çifti yuvalan­ma alan­ları sular altın­da kala­cağı için son­suza dek yok olacak.

Kızıl Akba­ba: Örtü tüy­leri kızıl kahv­eren­gi olan kızıl akba­baların telek­leri ise siyah renk­te. Hâlâ üre­mek­te olduğu bili­nen tek kızıl akba­ba kolonisi Güçlükon­ak yakın­ların­da­ki Dicle vadisinde. Kızıl akba­balar yuvalan­ma alan­ları sular altın­da kala­cağı için tama­men yok olacak.

Küçük Akba­ba: Sivri kafalı, kama şek­linde kuyruğu olan bu tür, yuvalarını kay­alık­ların çıkın­tı ya da oyuk­ları­na yap­tığı için Hasankeyf onlar için cazip bir yer­leşim alanı.

Küçük Kerkenez: Bu kuş, yırtıcıların küçük bir türü. Hasankeyf’te küçük kerkenez toplu­luğu ve diğer böl­gel­erde­ki neredeyse tüm küçük kerkene­zler yuvalan­ma alan­ları sular altın­da kala­cağı için tama­men kaybolacak.

Batak­lık Kır­langıcı: Göç­mendirler, kışı tropikal Afrika’­da geçirir­ler. Hal­i­hazır­da 100–200 çift batak­lık kır­langıcı Ilı­su pro­jesinin sular altın­da bıraka­cağı Bostancı çevresin­de­ki çakıl adacık­lar­da ürüy­or. Dicle nehri yapay olarak kon­trol edile­ceği için bu adalar onlar için uygun yuvalan­ma alan­ları olmak­tan çıkacak.

Büyük Kızkuşu: 35 cm’ye varan uzun boy­ları ile büyük kıyı kuşların­dandır. Güney Asya köken­li olsalar da Türkiye’de sadece Cizre’de ürerler. Bostancı böl­gesin­de­ki büyük kızkuşları su reji­min­de­ki hızlı dal­galan­malar yüzün­den tama­men yok olacak.

Ala­ca Yalıçap­kını: Boy­ları 25 cm’ye kadar vara­bilen büyükçe kuşlardır. Dicle nehri bu türün Türkiye ve Avru­pa’­da­ki temel üreme alan­ların­dan biri. Ilı­su Pro­je­si hay­a­ta geçerse, türün Türkiye ve Avru­pa’­da­ki son temel üreme alanı da son­suza dek yitir­ilmiş olacak.

Küçük sağan: Küçük boy­ları, beyaz kuyruk soku­mu ve kır­langıç gibi kısa kuyruk­larıy­la kolay­ca tanınır­lar. Hasankeyf’te yaşayan koloni­lerin yeri biliniy­or ve bu yuvalar Ilı­su Bara­jı ile sular altın­da kalacak.

Kocagöz: Ürkek, açık kahv­eren­gi bir yer kuşudur. Türkiye’de bu kuşlar için gerek­li yaşam alan­ları son yıl­lar­da azaldığın­dan nüfus­ları tehlike altın­da. Baraj yapılır­sa Dicle nehri boyun­ca bulu­nan nüfus­ları zarar görecek.


Vous pouvez utiliser, partager les articles et les traductions de Kedistan en précisant la source et en ajoutant un lien afin de respecter le travail des auteur(e)s et traductrices/teurs. Merci.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Ji kerema xwere dema hun nivîsên Kedistanê parve dikin, ji bo rêzgirtina maf û keda nivîskar û wergêr, lînk û navê malperê wek çavkanî diyar bikin. Spas.
You may use and share Kedistan’s articles and translations, specifying the source and adding a link in order to respect the writer(s) and translator(s) work. Thank you.
Sadık Çelik on EmailSadık Çelik on Facebook
Sadık Çelik
REDACTION | Journaliste 
Pho­tographe activiste, lib­er­taire, habi­tant de la ZAD Nddl et d’ailleurs. Aktivist fotoğrafçı, lib­ert­er, Notre Dame de Lan­des otonom ZAD böl­gesinde yaşıy­or, ve diğer otonom bölge ve mekan­lar­da bulunuyor.