Sanıy­o­rum iki yıl kadar öncey­di… ZAD NDdL otono­mun­day­dım ve o gün­lerde Almanya ‘daki Ham­bach For­est direnişçi­leri bir dayanış­ma çağrısı yap­mışlardı. Direnişe fiili destek olmak için yola çık­mak gerekiy­or­du. Bir ya da iki kişi yeter­liy­di. Duru­mu en uygun bendim ve hemen hazır­lanıp yola koyul­muş­tum bile. Güzargahım gereği önce Paris’e gide­cek­tim ve orda bir kaç gün bir arkadaşım­da kalıp Almanya’ya geçe­cek­tim. Paris’e geldim ve arkadaşımı aradım. Çok geçme­den arabasıy­la beni almaya gel­di. İşte o gelen arkadaşım, Bome’ydi.

Arabasın­dan büyük sırt çan­tamı baga­jı­na yer­leştirip doğru­ca onun aile evine git­tik. Bome ile ilk olarak o elli bin kişiyi aşan ZAD buluş­masın­da karşılaşmıştık. Kedis­tan ekibi olarak bu büyük buluş­manın ve güzel tanış­manın bir hatırası olsun diye de biralarımızı DAYANIŞMA için havaya kaldır­mıştık. Dayanış­ma devam ediyordu…

Bome, banliyö yollarında…

Paris’te, Bome’nin aile evin­de mis­afir bir ZAD’lı olarak kaldığım o birkaç gün, fark­lı bir tanık­lığa da ev sahipliği yapacak­tı. Çünkü Bome bir oto­büs şoförüy­dü ve bu ben­im çok ilgi­mi çek­mişti. Ona eşlik ederek geçen birkaç günüm boyun­ca, her gün servise onun­la başlayıp onun­la bırakıy­or­dum. Bütün ban­liyö durak­ların­da inen-binen ren­kli insan yüz­ler­ine, hal ve davranışları­na, gülümsemeler­ine, somurt­maları­na, çeşit çeşit cep tele­fon­larıy­la çeşit çeşit diller­le bağıra bağıra konuş­maları­na, dediko­du­ları­na, bilet­si­z­ler­ine, işçi­ler­ine, işsi­z­ler­ine, kağıt­sı­zları­na, uçuk­ları­na kaçık­ları­na, yani kısacası, Paris’in “öteki“lerine tanık oluy­or­dum. Paris’te Bome’nin aile evin­de ve ban­liyö hat­tın­da geçen gün­ler­i­mi “Birgün bir yerde yaz­mak üzere…” diyeli epey zaman olmuş. 8 Mart’ı bekleye­cek­mişim demek ki…

Bome ile yap­tığım söyleşiye geçmek istiy­o­rum şimdi.

Sadık: Kısaca ken­di­ni tanıtır mısın?

Bome: Kısaca, bir sürgün çocuğuyum, son­ra bir coğrafyadan bir öte­ki coğrafyaya göç­menim. Yani önce bulun­duğun coğrafya içinde sürgün­sün son­ra belir­len­miş bir ülke sınır­ları dışı­na çıkarsın, baş­ka bir ülkede sıfır­dan başla­mak zorun­da kaldığın bir hay­at… Iste, böyle bir yer­den başlarsın, zor olanı da budur… Böyle bah­set­mek istiy­o­rum kendimden.

Sadık: Oto­büs şoförü olmak da ner­den aklı­na geldi?

Bome: Otonom bir meslek­te çalış­mak iste­d­im. Bir de meslek­lerin kadın ve erkek olarak belir­len­miş olması bana hep ters gelmişti. Oto­büs şoför­lüğü, bu koşullarıy­la bu mesleğe yönelmeme neden oldu.
Çalıştığım şir­ket şehir işi toplu taşı­macılığı yapan özel bir şir­ket. Aslın­da ulus­lararası bir şir­ket, hissedar­ları var. Değişik ülkel­erde taşı­macılık sek­töründe yer ala­bilmek için daha küçük şir­ketler kuruy­or­lar. Fransa’­da bir çok kanun, “kamu ve özel sek­tör part­ner­liği” denen bir pren­sip çerçevesinde, devlete özel şir­ketler­le çalış­ma imkanı veriy­or. Hat­ta özel şir­ketler devlet yardımı bile ala­biliy­or. Bu tip avan­ta­jlar­dan yarar­lan­mak için kuru­luy­or bu küçük şirketler.

Sadık: Seviy­or musun işi­ni, yok­sa saa­ti­ni doldu­rup bir an önce eve git­mek mi istiyorsun?

Bome: Önceleri sev­erek yap­tığım işti. Yıl­ların verdiği yorgun­luk ve zaman­la kendime sor­duğum soru bu. Neden bir insan hay­atını bir iş karşılığın­da sat­mayı kab­ul eder diye düşündüğüm de oluy­or. Yani, bugün pek sev­erek yapa­bildiğim bir iş değil. Son­ra anlıy­oruz ki, bu “zorun­lu köle­lik”. Bunun baş­ka bir ismi yok. Çalış­mak: “zorun­lu köle­lik”. Yani sis­temin bize sun­duğu para ile alış ver­işli hay­at çalış­maya zorun­lu tutuyor.

İyi bir vatan­daş devletin iyi müş­ter­i­sidir. Devletler doğaya ait olan ne varsa köleler­ine üret­tirir ve son­ra o köleler­ine geri satar. Budur bize bal­landırılan iş hay­atı ve kariy­er­ler. Son­ra, en çok devlet için çalış­mak zorun­da kaldığımızı anlarız. Yani, anlayan, anlar…

Sadık: Gün­de­lik mesain­den iş güzargahın­dan bahseder misin biraz ? İşe nasıl başlıy­or­sun nasıl bitiriyorsun ?

Bome: Oto­büsler toplu taşı­macılığın önem­li bir parçası ve insan­ların gün­de­lik yaşamın­da olması gereken bir servis elbette ama çalış­ma şart­ları bizler için kolay değil. Günün fark­lı saat­lerinde işe de başla­mak, den­ge­siz saatler, den­ge­siz gün­ler, vardiya pro­gramı ile belir­len­miş mesail­er… Bun­ların yan etk­i­leri olarak meslek hastalık­ları, fizik­sel ve psikolo­jik prob­lem­leri  göz önünde bulun­durarak çalış­mak zorun­da kalıyoruz.

Haf­ta­da 35 saat çalışıy­oruz. Ayda iki haf­ta sonu cumarte­si ve pazar gün­leri çalışıy­oruz. Haf­ta sonu çalıştığımız zaman haf­ta içinde 2 gün din­len­me günümüz oluy­or. Günde 7 veya 8 saat çalışıy­o­rum. 8 saat çalıştığım gün bir baş­ka güne 6 saat düşüy­or. Yani, Fransa’­da 35 saat yasası olduğu için, haf­ta­da toplam 35 saat yap­mak üzere, saatler gün­lere den­ge­siz bir şek­ilde bölünüy­or. Ben öğle­den son­raları çalışıy­o­rum. Güne 12’den son­ra, belir­len­miş bir pro­gram içinde her han­gi bir saat­te başlıy­o­rum. Mesela saat 14:34 ola­bilir ya da 15:21. Böyle dakikaların bile değiştiği iş saat­leri… Mesai saat­ler­im­iz de her gün değişir. Sabit belir­len­miş saat­ler­im­iz yoktur.

Ben bize sunulan vardiyalar­dan öğle­den son­raları çalış­mayı ter­cih ettim çünkü sabahları uyuya­bile­ceği­mi düşündüm. Çünkü yıl­lar­ca geceleri saat 4’te işe başla­mak çok yoru­cu olmuştu.

Her gün kaç kilo­me­tre katet­tiğimizi belirleyemiy­o­rum. Düşün, 7 saat hiç dur­madan, küçük bir mola ver­erek, kesin­ti­siz direk­siyon­da kalmak zorun­dasın. İnan bana, günde 7 saat oto­büs kul­lan­mak, 700 km’ye bedel ! Şehir içinde, öte­ki sürücülere, yol­cu­lara, durak­lara, ışık­lara çok dikkat etmek gerekiy­or, ve bu çok yoru­cu bir şey.

350 kişi­lik per­son­el içinde 35 kadın sürücü…

Sadık: Çok kadın sürücü var mı?

Bome: Var. Ben bu mesleğe başladığım­da kadın şoför olarak sadece 5 kişi idik. Bugün ise kadın şoför­ler çoğaldı, 350 per­son­el içinde 35 kadınız. Ücret­ler­im­iz konusun­da ise, kadın­lara ve erkek­lere ver­ilen aylık maaş arasın­da fark­lılık yok. Genelleme bir aylık var, belir­len­miş ücretler herkes için geçerli.

Senin­le söyleştiğimiz şu saatler, yani öğl­eye doğru, işte en sevdiğim saatler… Ve bit­mek üzere…

Sabah çalışsan gecen yok, öğle­den son­ra çalışsan akşamın yok… Zor bir şey… Haf­ta son­ları çalış­mak ise, sosyal yaşamının büyük bir bölümünü götürüy­or. Uyku­ların tahri­b­a­ta uğruyor…

Ha, bir şey unut­tum, kısa süre önce, “Şehir taşı­macılığı anlaş­ması” geçer­li sayıldı ve 10 yıldır ilk kez aylık­larımız­da büyük oran­da yük­selme oldu. Tabii ki 10 yılımız da kay­boldu, yani patron hırsı­zlığını yaptı…

Sadık: 10 yılımız kayıp derken?

Bome: 10 yıl­lık paramız öden­me­di. Patron kâr yaptı.

Sadık: Geriye dönük bir ödeme olmadı yani?

Bome: Olmadı. Yani “Şehir taşı­macılığı anlaş­ması” denilen bir şey var, bize ise o anlaş­ma değil, hep komün taşı­macılığı uygu­landı. Dava açıldı, mahkeme 10 yıl sürdü. En sonun­da 1 yıl önce sonuç­landı. Ama onlar şir­keti satarak bun­dan sıyrıldılar. Patron aynı patron ama statü değişti. İşte ancak şim­di avan­ta­jlar­lar­dan yarar­lan­abilir olduk. Bu ay sonun­dan itibaren uygu­la­maya girecek.

Sadık: Davayı sendi­ka açtı değil mi?

Bome: Evet. Sendikanın ismi “SUD”. En son geçen gün grev ilanı verdik ve masaya otur­mak zorun­da kaldılar. Bütün görüşmelere rağ­men, büyük şehir taşı­macılığının getirdiği avan­ta­jların sadece yarısını verdil­er. Kalan hak­ları, yani elde edemediğimiz hak­ları da 2018 yılın­da ver­erek tamamlayacaklar.

Sadık: Sendika­da kadın tem­sil­ci var mı?

Bome: Var tabii ki! İki tane. Mesela ben heyetteyim.

Sadık: Sendikal mücadel­eye inanıy­or musun? Ve sana göre nasıl bir mücadele olmalı?

Bome: Evet ve hayır. Yani iş gücünü sat­mak­la alakalı aylık ücretler anlaş­masın­da sendikanın rolü. İşte sadece bu kadar !

Sadık: Poli­tik anlam­da nerede görüy­or­sun kendini?

Bome: Bunu hiç sor­masan ! Biliy­or­sun ya, çalış­mak bizlere day­atılmış… Başkaldır­mak gerek. Hem de “topy­ekün”. Bütün bun­lar bir poli­tik duruş ve tutum­la ilgili. Yaşasın anarşi. Değil mi? Öyle tabii… Bak bu geze­genin bize sun­duğu nimet­leri gene bize sat­mak için bize üret­tirip, ken­di üret­tiği­ni satın almak için çalış­mak zorun­lu­luğu var.

Sadık:  Mesela şu, yani sendikal mücade­lenin ken­di için­de­ki evet’­leri hayır’ları daha çok bir red­diyet üzerinde ise, bu baş­ka bir poli­tik kon­um­lanış olmaz mı?

Bome: Olmaz olur mu! Sendi­ka iş gücünü pazarlar. Grev de böyle bir şey iş gücünü pazarla­mak­tır. Emek gücü yani artı değer fark­lı bir şey. Sendikanın göre­vi pazarla­madır. Poli­tik çözümü getirmez. Ekonomik taleplerdir.

Gece ayak­ta. Düş­ler­im­iz seçim sandık­ları­na sığmaz.

Sadık: Kaç sendi­ka var sizde ?

Bome: İş yer­im­izde 4 sendi­ka var. “İşçinin iş gücünü ne kadara sat­mak gerek­tiği­ni tartışan sendi­ka” böyle düşünüy­o­rum bu sarı sendikalar hakkında.

Ben­im de şah­sen katıldığım ve için­den izlediğim “Nuit debout” “Gece ayak­ta” hareketinden bah­set­mek istiy­o­rum biraz. Siyasi ikti­darın artık işlemediği çöküşünü yaşadığı doğru bir tespit idi. Ama siyasi gücü elim­ize almak da pek o kadar kolay olmay­a­cak­tı. Başın­dan beri en böyle düşünüy­or­dum, çünkü “Gece ayak­ta”, ne kadar anarşist­lerin çalış­maları ile başladıysa da içinde, öncülük yapan, devletin sağ kolu sarı sendikalar vardı. Hareketi boğ­maya gönül­lü sendikalar…

Bir sendi­ka emek gücünü tartış­maz, iş gücünü tartışır ded­im ya… Sarı sendikalar patron ve devlet için aslın­da bir avan­ta­jdır. İsyanın gücünü bitirir dolaysıy­la siyasi gücü geri almak yer­ine sendi­ka ile içer­iği boşaltılmış bir anlaş­ma ile bitir­ilm­eye çalışılır. Sendikaların içer­den boğ­duğu “Gece ayak­ta” da yine ihanet ile sonuç­landı. “Gece ayak­ta” bit­ti diyemiy­o­rum, bu yalan olur. Komün direnişin­den bu yana ilk kez bir yer­ler­den bir kıvıl­cım başlatıldı ve bunun bir devamı mut­la­ka olacaktır.

Olması da gerekir, zira “Gece ayak­ta” sadece devletin sun­duğu iş şart­ları ile alakalı değil­di ve bir çok önem­li konuya değin­di. Sorun glob­al sis­tem sorunu idi. Ya klasik işçi hareket­ler­ine yenilmeye­cek ya da dağılarak eski dünyanın kül­ler­ine karışa­cak­tı.… Ne yazık ki, 31 mart 2016’da başlayan ay süren hareket sendikaların sayesinde Bastille’de boğul­maya mahkum edil­di. Ama gelen sıkın­tılı gün­lerde duru­mun değişme­si şart olası. Gecik­meli ola­cak, ama yolda…

Kon­troller daha çok göç­men­lerin yaşadığı semtlerde­ki durak­lar­dan itibaren yapılıyor.

Sadık: Yol­cu­lar­la iletişi­mi­ni mer­ak ediy­o­rum. Tanık olduğum kadarıy­la oldukça sıcak, sami­mi, esprili bir iletişimin var.
Onlar­la aran­da prob­lem­ler de oluy­or­dur sanırım ?

Bome: Tanıdığım bir alan iletişim. Yıl­ların deney­i­mi sonu­cud­ur ama, biraz açık­lık gerekirse; yol­cu­lar kim olduğu ne zaman nasıl davranacağı belir­li ve bel­li olmayan bazen de özel vakaları olan insan tip­leri ile doludur. Oto­büse binen­ler, bir şehirde yaşayıp da sadece gün­lük uğraşları ya da işler­ine giden­ler değildir. Şoför olarak, kim ile ne zaman karşılaşa­cağının bel­li olmadığı bir yerdesin. Karşılaştığın insan­lar, ken­di yaşam­larının, şart­larının etk­isi ile değişik ruh durum­ların­da ola­biliy­or­lar, ve değişik tep­kil­er vere­biliy­or­lar, hat­ta sorun­ları varsa, agre­sif da olabiliyorlar.

Tabii ki prob­lem­ler yaşadım ve yaşa­maya devam da ediy­o­rum. Aslın­da kosko­ca şehide, sana emanet edilmiş bir yerdesin. Her ne kadar güven­lik önlem­leri var denilse de, sonuç­ta ora­da tek başı­nasın. Ayrı­ca güven­lik çalışan­lar­dan çok, yol­cu­lara dönük. Zat­en polis de, güç gös­ter­isi­ni daha çok, göç­men­lerin yaşadığı yer­lerde yapar. Son iki yıl­da­ki izlen­im­ler­im ise söyle: Ban­liyöler git­tikçe daha çok göç­men ve sığın­macıy­la dolup taşıy­or. Yan­lız ban­liyöler degil, Paris’in içi de buna dahil.

Halkın ve gün­lük yaşamın tam merkezinde çalışan biri olarak, gözlem­ler­im­den anlıy­o­rum ki, gördük­ler­im asrın göç olayının başlangıcını işaret etmek­te­dir. Fransa’­da, örneğin park­lar, köprü alt­ları, ücra mekan­lar işgal ediliy­or, “bidon-ville” (teneke-şehir) dediğimiz gecekon­du yer­leşim­leri gibi yer­ler açılıy­or. Polis ise bu mekan­ları, bası­na yan­sı­masın diye gece yarısı gizlice yıkıyor.

Mesai saat­ler­imde, şehirde dolaştıkça, bütün bun­lar göz­ler­im­in önün­den bir­er bir­er geçiy­or. Bir kale­den şehri izler gibiy­im. Ve bu bire bir tanık­lık bana kendi­mi hiç de iyi hissettirmiyor.

Sadık: Peki, hiç kaza yap­mış mıy­dın yada polisiye bir olay oldu mu kav­ga hırsı­zlık taciz vb? Bir de çok sık bilet kon­trolü var değil mi?

Bome: Evet. Bir kere küçük bir kaza oldu. Basit bir kaza­y­dı. Fazla bir zarar yok­tu, pencere kırıldı sadece. Polisin söz konusu olduğu olay­lar da oluy­or tabii ki.

Polis müda­hel­eye gerek duyulup da çağrıldığın­da, hep geç gelir. Polis geldiğinde olay yaşan­mış, bit­miştir artık… Son­rasın­da şub­eye gidilir, şikayet dilekçe­si ver­ilir, ve bütün bu başvu­ru­lar sonuç­suz kalır.

Ama yal­nız bu değil. Polis baskın da yapa­biliy­or. Bilet kon­trolünü aslın­da sadece kon­trol memurları yapar, ama bizde polis ve kon­trol memurları ani baskın­lar­la gelir­ler. Aslın­da polis özel şir­ketler­le çalış­maz ama özel sek­törü korur. Bahane­si kim­lik kon­törülüdür ama özel sek­törün ser­mayesi­ni koru­mak için buradadır.

Fransa 14 Kasım 2015’den beri OHAL altın­da olduğu için, kon­troller sık­laştı ve polisin key­fi kararıy­la yapılan baskın­lar da gözlem­leniy­or. Ben­im güz­er­gahım­da­ki 3 ayrı semt, göç­men­lerin çok olduğu semtler. Polis özel­lik­le o durak­lar­da bek­ler. Kaçak duru­mun­da olan kişil­er polisin ani baskın­ların­dan çok korkuy­or. Dayanış­may­la bir­bir­lerinin kim­lik­leri­ni kul­lanıy­or­lar, bunun ortaya çık­masın­dan korkuy­or­lar. Mad­di durum­ları da genel­lik­le yeter­siz. Kim­lik kon­trolünde yakalan­mak ayrı bir korku, bilet­siz yakalanıp, bilet fiy­atının 40 mis­li bir ceza öde­m­eye mecbur olmak ayrı bir sorun…

Sadık: Bugün 8 Mart, bugüne ve yarı­na nel­er söyle­mek istersin ?

Bome: Tar­i­hte dire­nen kadın­ların kazanım­ları oldu ve bunu bit­miş, olmuş bir zafer gibi, bayram gibi kut­la­mak, kut­samak, mücadel­eye nok­tayı koy­mak demek­tir. Takvimde günü geldiği için, o gün herkesin kadın­lar günü kut­la­malarını ahmakça buluy­o­rum. Ve bugün “8 Mart” sadece kadın­ların sorunuy­muş gibi, herkesin o gün sadece ve sadece kadın­lara yük­len­meleri bana çok saç­ma geliyor.

8 Mart’ın ismi­ni “Kadın­lar günü” koy­mak, o tar­i­hi, tıp­kı sevgilil­er günü kut­lar­mış gibi kut­la­mak saç­malığı­na yol açıy­or. Baş­ka 8 Mart’lar yarat­maya karar­lı mıyız ? Esas soru bu…

Sadık: Fransa’­da kadın dey­ince aklı­ma hemen Paris komünü ve Louise Michèle geliy­or. Louise Michèle’­den bugüne kadın­ların tale­p­leri hala devam ediy­or ; sence daha ne kadar sür­er bu ?

Bome: Louise Michèle’in dediği gibi; ‘Özgür­lük­ten yanayız ve bunun, kökeni ve biçi­mi ne olur­sa olsun, ister day­atılmış, ister seçilmiş olsun,
kral­cı ya da cumhuriyetçi olsun her­han­gi bir ikti­darın var­lığıy­la bağ­daş­may­a­cağı­na inanıy­oruz’.  ‘Eşit­lik olmadan özgür­lük ola­maz! Biz­im iste­diğimiz eşit­lik, özgür­lüğün ön koşu­lu olan fiili eşitliktir.’

Eşit­lik sadece insan­lar içinse, yarım kalmış bir özgür­lük mücade­le­sidir. Oysa, hay­van­ların boğazı­na inen hançeri, ağaçları deviren testereyi ve kadın­ları öldüren bıçağı aynı el tut­mak­tadır. Çünkü sis­tem, doğayı da, hay­vanı da, insanı da, ken­di talan üre­timine koy­muş­tur. Tuhaf olan hala insan­ların ve kadının anla­madığı ‑ki buraya dikkat çek­mek istiyorum‑, insanın ken­disi için hak, adalet, özgür­lük, eşit­lik, isterken, bil­inç­sizce ken­di­sine uygu­lanan eşit­si­z­lik, hak­sı­zlık, adalet­si­z­lik­leri, hay­van­lara uygu­la­masını tra­jik buluy­o­rum. Kadın ve hay­van aynı kaderde bir­leşir çünkü… Tür­cü ege­men­liği red etmeden, erkek ege­men sis­tem­den kur­tu­luşun mümkün olmadığınını düşünüyorum…

Sana yapıl­masını istemediğin hak­sı­zlığı öte­ki can­lılara uygu­lan­masını iste­memek­ten geçer buna hay­van­lar dahil. Bir ineğin üre­tim için uğradığı tecavüz ve tacize ortak olduğunu biliy­or musun? Ve son­ra o ineği yediği­ni biliy­or musun? Kadın ile kesişen nok­ta­lar­da adil olmak için, yasalar tür ayrım­cısı olma­malı. Dünya­da yaşayan can­lıların çoğu insan türün­den değil. Tür ayrım­cılığı, en derin­lere kök salmış ve en çok zarar veren bir adalet­si­z­lik çeşi­di. Yani henüz yol uzun. Hak, adalet, özgür­lük, eşit­lik, yolu, his­setme yeteneği ve duygu­ları bulu­nan bütün can­lılar eşit­tir dediğimizde kat edilm­eye başlar.

Sadık, ben ise geç kalmadan gidey­im. Bugün saat 11:59 da başlıy­o­rum.  11:59’uncu daki­ka nedir, düşünebiliy­or biliy­or musun ? Kafa karışık­lığı yaratır sabit düşündürmez. Saat 12 diyemiy­or­sun yanı ! 6 buçuk saat için çıkıy­o­rum yola… Hay­di eyvallah !

*

Bome, hala Paris ban­liyö oto­büs hat­tın­da direk­siy­on başın­da, umut­ları, yarın­ları kırık yol­cu­larını güleryü­zle taşı­maya devam ediyor…

Bome’nin şu söz­leri kulak­larım­da asılı hala: “Baş­ka 8 Mart’lar yarat­maya karar­lı mıyız?”


Vous pouvez utiliser, partager les articles et les traductions de Kedistan en précisant la source et en ajoutant un lien afin de respecter le travail des auteur(e)s et traductrices/teurs. Merci.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Kerema xwe dema hun nivîsên Kedistanê parve dikin, ji bo rêzgirtina maf û keda nivîskar û wergêr, lînk û navê malperê wek çavkanî diyar bikin. Spas
Sadık Çelik on EmailSadık Çelik on Facebook
Sadık Çelik
REDACTION | Journaliste 
Pho­tographe activiste, lib­er­taire, habi­tant de la ZAD Nddl et d’ailleurs. Aktivist fotoğrafçı, lib­ert­er, Notre Dame de Lan­des otonom ZAD böl­gesinde yaşıy­or, ve diğer otonom bölge ve mekan­lar­da bulunuyor.