Hakan Bayhan denince bir çoğumuz onu 90’li yılların koşar adımlı foto muhabirlerinden biri olarak hatırlar. Bende öyle hatırlıyorum.
90’lı yıllar bilindiği üzere, toplumsal olarak halen devam etmekte olan ülke içi, ekonomik, sosyal, kültürel, politik sorunların en yoğun yaşandığı dönemdi. Ve bu trajik öykülerle dolu karanlık yıllar pek çoğumuz üzerinde sayısız, derin yaralar açtı. O dönemin puslu ve buruk anılarında saklı nice eli kalem tutan gazeteci yazar, foto muhabiri meslektaşlarımdan bazıları bugün hayatta değiller. 90’ların o lanet kasırgasında yitip gittiler. Onları zorlu habercilik yıllarımızın anılarından arta kalan sararmış hüzün fotoğraflarında saklıyoruz şimdi.
Hakan Bayhan işte böylesi bir dönemden bugüne kalan, kendi halinde, mütevazi gazeteci yazarlarımızdan biri.
O artık çocuklara öyküler yazıyor
Şimdilerde dördüncü öykü kitabını hazırlayan Hakan Bayhan’la gazetecilikten çocuk öykücülüğüne evrilen serüvenini konuştuk. Sınırlar ötesinden sıcak bir merhaba ile başlayan bu güzel söyleşimizi sizlerle paylaşıyorum.
Baba bir masal anlat bana
Sadık: “Bahçedeki İncir Ağacı”, “Karıncalar Ülkesine Yolculuk” ve ardından “Küçük Salyangoz Pişinga” ile devam eden çocuk öykücülüğü serüveni nasıl başladı?
Hakan: Gazeteciliğe başladığım yıllarda toplumsal olaylar muhabirliği yaptım bir süre. Ancak kendimi bir alana yönlendirme isteğim vardı. Alan olarak kendime kültür-sanat gazeteciliğini seçtim. Bu alanda daha yetkin hissettim. Birçok gazetede çalıştım buralarda çalışırken işim gereği edebiyat başta olmak üzere sanatın diğer alanlarıyla da ilgilenmeye başladım. Ancak beni en çok yazmak, yazdıklarını birilerinin okuması çok ilgilendirmeye başladı. Öte yandan çocukluğumda farklı kültürlerden çocuk hikâyeleri, masallarını okuma beni hep mutlu etmişti. Bugün de aynı keyifle, heyecanla okuyorum. Nerede bir masal, hikâye bulsam mutlaka satın alır okurum. Tabii daha sonraları edebiyat dünyasının içine girdikçe, oradan beslenir oldum. Ve yazdıklarımı biriktirip kenara attım. Sonraları biriktirdiklerime baktıkça bunların artık gün yüzüne çıkması gerektiğine, demlendiğine inandığım için yazdığım masallar ortaya çıktı.
Sadık: Çocuk öykücülüğünde çocukların dünyasını anlamak, anlatmak da zor olsa gerek?
Hakan: Çocuklar biz yetişkinlerden daha yalın daha yalansız ve doğrular. Onlar neyin iyi neyin kötü olduğunun çok farkındalar ve bunu da tüm saflıklarıyla ifade etmede bir sakınca görmezler. Bu saflıkları onların masumiyetinden gelir. Çocuk deyip geçmemeli “anlamazlar” dememeliyiz. Onların algılama kapasiteleri biz yetişkinlerin çok üzerindedir. O yüzden hangi yaştalar ise onlara göre davranmanın doğruluğuna inanıyorum. Yetişkin kibriyle bakalım bu soruya cevap verebilecek mi? Bak bilemedin çünkü neden? Sen bir çocuksun, anlamazsın. Dediğiniz an o çocuk sizinle diyalog kurmaz, sizden hatta nefret bile edebilir. Bir de bir laf vardır. Çocuğun seviyesine inmek. Bu bana çok itici geliyor. Ne seviyesi. Onlar yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi algıları bizden bin kat daha açık ve berraktır. Duygu dünyaları, düşünme biçimleri ve hayalleri farklıdır. Yetişkinlerin göremediği birçok ayrıntıyı onlar ilk bakışta görürler. Ben elimden geldiğince dinlemekten ve onları gözlemlerken yargılamadan bakmaktan yanayım.
Sadık: Çocuk hayalleri dünyasında başka türlü gezinen pek az sayıda çocuk öykücüden birisin. Buradaki ayırt edici özelliği merak ediyorum. Öykülerindeki küçük kahramanların, karakterlerin nasıl bir yaratım sürecinden geçiriyorsun? Pedagojik bir ön çalışma, gözlem, diyalog vb. gibi nasıl bir yöntem izliyorsun?
Hakan: Daha yolun başında bir yazar olarak bu çok iddialı. Öyle demeyelim ancak ben kendi bilgi, birikim ve deneyimlerimden yola çıkarak gözlemin çok önemli olduğuna inanıyorum. Bir bahçe, bir sokak, bir martı, bir ağaç gölgesi başkası için bir şey ifade etmeyebilir. Benim için önemlidir. Durup dakikalarca bir karıncaya, bir kediye ya da bir salyangozun ağır ağır gezinmesini izlerim. Bunlar benim için gözlemin ötesinde onların dünyasını anlamaya dönüktür. Masallarımda önce bir film senaryosu gibi karakterler oluştururum. O karakterlerle çatışırım. Hatta bir karakterlerin öne geçme çabasını izlerim. Burada karakterle daha doğrusu kahraman olmak isteyen karakterle beraber masalın içine girmeye çalışırım. Yazdıklarımı bir süre kenara bırakırım demlensinler diye. Ardından önce kızıma okuturum. (Bu arada kızım 8 yaşında) Nasıl olmuş mu diye. Sonra diğer çocuklara okurum. Eğer onlardan onay alırsam. Editörlüğüne güvendiğim arkadaşlarıma okuturum. Pedagojik olarak alanında deneyimli arkadaşlarla görüşürüm. En son yayın evine gönderirim.
Sadık: Bahçedeki İncir Ağacı’nın baş karakteri maceracı Kerem’den Yağmur sever Küçük Salyangoz Pişinga’ya uzanan öykü karakterlerin çocuklar tarafından nasıl karşılandı?
Hakan: Kızım doğmadan önce kuzeni Kerem 2008 yılında dünyaya geldi. Yaşadığımız yerde İncir ağacı ve o incir ağacının altında yuvaları olan karıncalar var. Karıncaların yuvalarına girip çıkmaları, telaşlı hareketleri bir şeyleri taşırken ki davranışlarını düşünken (Bu arada benim daha önce karıncalarla ilgili yazıp kenara attığım kısa bir masal vardı.) Kerem’de büyümeye başladı. Onun davranışlarını gözlemlerken hayvanlarla kurduğu ilişkiden yola çıkarak bir masal kahramanı olabileceğini düşündüm. Bahçedeki İncir Ağacı masalı böyle ortaya çıktı. Kerem karakterinin karıncalarla kurduğu dostluk hem Kerem hem de kızım Duru ve diğer çocuklar tarafından çok beğenildi ki kitap dördüncü baskısını yaptı.
Sadık: Senin bir de küçük öykü dinleyicilerin var… Nasıl, iyi dinliyorlar mı seni?
Hakan: Çocuklarla vakit geçirmek onlarla oyunlar oynamak benim açımdan çok önemli. Onlara gözlemlerken bir yandan da onların o saf, temiz çocuk dünyasını yaşamış oluyorum. Tabii okullara gidiyorum, fuarlarda imzalara katılıyorum. Birçok çocukla diyalogum oluyor. Çocukların dinlemesinden öte soru sormaları beni çok etkiliyor. Sordukları sorular karşısında terlemiyorum, zorlanmıyorum dersem yalan olur. Geçenlerde bir okulda 9 yaşında bir çocuk. Size bir masal önerim var dedi. Nedir dedim? “Şöyle düşünün yerçekimsiz bir İstanbul’da okula giden bir çocuk ve onun robotunun hikâyesi” böyle bir masal nasıl olur dedi. Bir öneride bulundu. Ne diyeceğimi bilemedim. O yüzden yetişkinler olarak çocukları hafife almayalım hayal güçleri bizim düşündüğümüzün de ötesinde.
Sadık: Sen bir babasın aynı zamanda çocuklara öykü yazan bir baba olarak kendi çocuklarına da öyküler, masallar okuyor musun?
Hakan: Bir oğlum bir kızım var. Oğluma küçük yaşlarında okurdum masallar, kitaplar ancak o şimdi üniversiteyi bitirmiş bir yetişkin. Daha sonra kızım dünyaya geldi. Kızımla okumaktan ziyade doğaçlama yaparak masallar anlatmaktan o masalları oyunlaştırmaktan keyif alıyoruz. Artık kızım bana “şu kitabı okudun mu?” demeye başladı. Bu tabii çok keyif verici bir durum.
Sadık: Çocuk öykü yazarlığı ile pedagojik ilişkisi üzerine neler düşünüyorsun?
Hakan: Bu ilişkiye iki ayrı taraftan bakmak isterim. İlki kitapların çocukların ve gençlerin konuştukları dili doğru kullanmaları ve anlamları açısından büyük bir önem taşıyor. Dolayısıyla dikkatli hazırlanan kitapların, anlam bozukluğu olmayan ve yazılan dilin düzgün kullanımı kuşkusuz çocukların da kendilerini ifade etmelerine büyük katkı sağlıyor.
Diğer taraf ise, Türkiye’deki eğitim sisteminde daima mevcut konjonktürle doğru orantılı bir değer dikte edilmesi durumu var. Bu tabii ki sadece Türkiye’de böyle diyemem. Yani demokrasinin, çok kültürlülüğün temel bir kültür olmadığı tüm toplumlarda diyebiliriz.
Bizler yazmış olduğumuz öykülerle, masallarla ‑asla dikte edici değil- evrensel ve insani olması gereken değerleri çocuklara anlatmaya, paylaşmaya çalışıyoruz. Doğa olmadan insanoğlunun hayat bulamayacağını, bir küçük karıncanın varlığı ile yaşamayı öğrenmek gerektiğini ya da senin gibi düşünmeyen biriyle ömür boyu yaşanabileceğini göstermeye çabalıyoruz. İşte bu noktada çocuk öykü yazarlığının pedagoji üzerinde bazen gizli bazen de açık bir bağ var. Ama bu bağ konjonktürler üstü bir bağ…
Sadık: Ülkemizde dahil dünyanın pek çok yerinde başka türlü bir dünya arayışı var. Bu yeni tip alternatif, kollektif, komünal ve otonom yaşam deneyimlerini pedagoji ile ilişkilendirecek olursak, alternatif çocuk eğitimi konusunda neler söylemek istersin?
Hakan: Bu arayış öylesine olağan ve doğru. Zira görüldü ki bu yapılan, denenen yol yol değil… Pre-endüstriyel toplumlardan post-endüstriyel toplumlara geldiğimiz ve enformasyonun makinenin üzerinde tutulduğu bu yıllarda alternatif eğitim arayışı kaçınılmaz hale geldi. Doğanın, insani ilişkilerinin, kolektif yaşamın olmadığı ve deneyimlenmediği yerin yangın yerine döndüğü tüm dünyada açıkça görülüyor. Umarım bu arayışın sonunda evrensel ve uygulaması kaçınılmaz bir model çıkarılabilir.
İmkansızı istemek
Hakan Bayhan’ın bu temennisi pek çoklarınız için gerçekçi gelmeyebilir ama imkansız değil.
Bunu anlamak için imkansızı istemelisiniz yeterli. Endüstri toplumlarının dünyamız üzerinde yarattığı en büyük tahrifat, hiç kuşkusuz insanın toplumsallık duygusu üzerinde yaşanmakta. Son yirmi yıl içinde teknoloji alanında yaşanan kapitalist buluşlar, bilişim alanında insana sunulan o akıllı oyuncaklar, karşı konulamaz bir virüs gibi büyük bir bağışıklık yaratıyor insanda. Modern kent insanının olmazsa olmazları haline getirilen bu bilişim harikaları, genç kuşaklar yanında, çocuklar üzerinde de çok büyük bir etkiye sahip.
Bugün milyonlarca çocuk birey, eğitim ve öğrenim hayatlarını kendi dışında dizayn eden bu bilişim görünümlü kontrol siteminin kölesi haline getirilmiş durumda. 21.yüzyılın bu her açıdan kaotik evresinde, çocuklarımızın gelişim seyrini hangi pedagojiyle destekleyeceğiz?
Bu soruya verilecek tek bir yanıt var: Ekolojik pedagoji. Toplumsallık duygusundan uzaklaştırılan bütün çocuklarımızı, radyasyon ve daha başka pek çok endüstriyel beladan kurtaracak yegane şey, onları beton duvarlarla, kurallarla, tuzaklarla çevrili manyetik hayatlardan uzak, her açıdan alternatif özellikleri olan başka bir pedagojinin kollarına bırakmalıyız. Yani karşılıklı öğrenmeye, sevgiye, dostluğa, dayanışmaya ve öz güvene dayalı bir pedagojiye… Üstelik bu teorik bir formülasyon da değil, Bu istemi gerçek anlamda karşılayacak yaşam biçimleri mevcut. Şöyle ki: elinize yapışık o akıllı telefonlarınızı bu defa daha faydalı bir arayışa yönlendirebilirsiniz. ZAD ekoloji, kollektif, komün, otonomi vb kavramlar üzerinden aramalar yaparak bu gerçekliğin izlerine ulaşabilirsiniz.
Başka bir dünyada başka bir pedagojide buluşmak üzere…