“Türkiye’de 2 5 milyar dolar HES’ler için, 20 milyar dolar sulama yatırımları ve yaklaşık 5 milyar dolar içme suyunda yapılabilecek yatırımlar olmak üzere aşağı yukarı 50 milyar dolarlık bir yatırım pastası var. Özel sektörün devreye girmesi isabetli olur.”
Veysel Eroğlu — Çevre ve Orman Bakanı
Bu sözlerin sahibi, 8 Eylül 2008’de TÜSİAD’ın İstanbul’da düzenlediği Sürdürülebilir Su Yönetimi konferansında konuşan Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’na ait. Su hakkını, paylaşılacak bir “pasta” olarak yerli ve yabancı sermayedarlara peşkeş çeken Eroğlu, bu konuşmasından dört yıl sonra, merkezi istanbulda olan SUEN — Su Enstitüsü’nün açılışını yaptı. SUEN’in kuruluşu zamanlama olarak tesadüf değildir. Şöyle ki: Küresel ısınmaya koşut, yeryüzündeki su ve enerji kaynaklarının hızla azaldığı bir dönemde suyun politik stratejisini oluşturacak akademik bir kuruma ihtiyaçları vardı. Yani coğrafyamızdaki bütün su havzaları üzerinde yürütülmekte olan “bilimsel” çalışmalar ve onun çevresinde gerçekleşen konferanslar, su forumlarını vs. SUEN aracılığında suyun bölgesel, caydırıcı, ekonomik, politik, askeri bir güç kaynağına hizmet edecek biçimde dizayn edilmektedir artık. Bütün bunlardan sonra su havzaları üzerinde nasıl politik bir strateji yürütüldüğünü anlamak, ilgili tartışmalara da katkı sağlayacaktır. Munzur’un su kaynaklarına yönelik, ve bugün devam etmekte olan çalışmaların, yakın gelecekte nasıl hız kazanacağını hep birlikte göreceğiz. Onların bu en doğal yaşam kaynağımızı elimizden alıp pazarlara sunmalarına karşı çıkmazsak, Munzur’un kutsal sularını bu haydutlara karşı korumazsak, kendi geleceğimizİ de koruyamayacağız demektir. Dersim’in ekolojik ve toplumsal dokusunu “yatırım” adına “masumane” gerekçelerin ardında deforme eden ve hatta yozlaştıran bu Dersim menşeili anonimciler, yakın gelecekte, Munzur’un bütün bu kutsal ve yaşamsal değerlerini hangi stratejik, politik su yollarında pazarlayacaklar. Bunu hep birlikte göreceğiz…
Kültürel ve yerel değerler ile kapitalizm arasındaki ilişki
Ş. Gürçağ Tuna ve Bayram Güneş’in 2012’de yaptığı “Munzur’dan Şirket Yaratmak: Munzur A.Ş. Üzerinden Dersim’de Sermaye Birikiminin Dinamikler” isimli çalışması bize ayrıntılı veriler sunuyor. Genel hatlarıyla:
Bu çalışma, geç kapitalistleşmiş bir ülke olan Türkiye’nin, kapitalist ilişkilerin en az “gelişmiş” olduğu bölgelerinden biri olan Dersim’de anonim şirket kurulması sürecini ele almaktadır. Kapitalist ilişkilerin yetersiz, sanayinin yok denecek kadar az olması, çalışmanın konusunu, kapitalist gelişmenin bir takım dinamiklerini vurgulamak bakımından önemli hale getirmektedir. Fakat aynı zamanda bu bölge, sol yapılanmanın baskın karakteri nedeniyle kapitalist üretim ilişkilerine alternatif modeller için bir uygulama zemini olma potansiyeli de taşımaktadır. Kendine özgü bir coğrafya olarak Dersim’de sermaye birikim sürecinin, bahsedilen özgünlükleri nasıl içerdiği Munzur A.Ş.’nin kuruluş süreci üzerinden incelenecektir. Bu açıdan Munzur A.Ş., özellikle kültürel-yerel değerler ile kapitalizm arasındaki ilişki hakkında çok şey söyleme potansiyeline sahiptir.
Şimdi gelin, Dersim’in bereketi Munzur suyu etrafında şekillenen ekonomik sosyal ve sınıfsal dönüşüm nasıl oluyormuş bir bakalım.
Çalışmamızın temel tespitlerinden biri, “toplumsal ilişki olarak sermayenin”, para ve meta formlarına bürünmesinin yanında, Munzur A.Ş. örneğinde Dersim’in tarihsel-kültürel özgünlüklerinden dolayı aynı zamanda kültürel forma da bürünmesi olmuştur. Başka bir deyişle para ve meta formları kültürel öğeleri içeren formlar haline gelmiştir. Diğer yandan Dersim’de, devletin başrolde olduğu tarihsel geçmişin ve kültürel yapının belirleyiciliği üzerinden politik bir alan yaratılmış olmasından dolayı Munzur A.Ş., sermayenin tarihsel söylemi olan ‘devlete karşı’ olma formuna da kendiliğinden bürünmüştür. Dolayısıyla Dersim’de sanayi yatırımı yapmayan devlete karşı, devletin yapmadığını yapan bir Munzur A.Ş. algısı oluşmuştur. Munzur A.Ş. yerel sermaye ve anonim şirket olmasından dolayı ulusal sermayeye karşı bir söylem geliştirmiş ve böylece yerel değerlere olan yakınlığına sürekli dikkat çekmiştir. Yerel sermaye olmasının yanında kültürel değerleri simgeleyen Munzur isminin de markalaştırılması, Munzur A.Ş. için Alevi ve Kürt coğrafyasında pazar elde etmenin yolunu açmıştır. Munzur A.Ş. üzerinden olan incelememiz sosyal ilişkiler içinde birbirinden yalıtılmış olarak algılanan üretim ilişkileri, kültürel ilişkiler ve politik ilişkiler arasındaki çok yönlü bağı kurarak Dersim’deki toplumsal ilişkiler üzerindeki örtüyü kaldırmayı amaçlamıştır. Çalışmamızda, Munzur A.Ş.’nin Dersim için kapitalist ilişkilerin gelişmesini hızlandıracak bir model olduğu savını temellendirmeye çalıştık. Böyle bir iddiadan sonra sanayinin yok denecek kadar az olduğu ve solun güçlü olduğu Dersim gibi bölgelerde alternatif bir örgütlenmenin ne olabileceği de tartışılmalıdır. Fakat yerel sermaye, bölgesel kalkınma, eşitsiz gelişim süreçleri gibi konularda teorik netleşme sağlanmadan sol siyasetin sermayeye nasıl eklemlenebildiği Munzur A.Ş. üzerinden gözlemlenebilmektedir. Tüm bu tartışmalarla beraber şirketleşmenin, kapitalistleşmenin alternatiflerinin nasıl olması gerektiği sorgulanarak kooperatifleşme, kırsal komün örgütlenmesi gibi seçeneklere nasıl bakılması gerektiği sorularına yanıt aranmalıdır.
Sorularımız var!
Dersim’deki ticaret odasının yıllık raporlarına geçen kayıtlara bakmak bile yeterli. Yurtdışı gezilerinde yapılan incelemeler, görüşmeler hangi ticari kaygılar gözetilerek ve hangi yerel kaynaklar üzerinden yapılmaktadır? Bu sorular bahsedildiği üzere, Munzur’un kutsal ve içilebilir su kaynaklarının işletme hakkını kendinde görenlerin “masumane” ve steril cevaplarıyla geçiştirilemez; zira suyun kaynağından alınıp satılması gerekmiyor. Eko-tarım eko-turizm gibi bir sürü yol var. Halka ait olan su kaynaklarını ne türden bir üretimle satıyorsunuz? Çeşme örneğinden ziyade kaynağından alınan tonlarca suyun o kaynağa nasıl bir zarar verdiğini daha bilimsel veri ve çalışmalarla ortaya koymanızı bekliyoruz. Ve ayrıca bir kazanç elde edilmiyorsa ortaklarının oradan gelen karla Batman köyü üzerinde yaptırdıkları konutlar olduğu duyumuna nasıl bir cevabınız var? Kar elde etmek için kurulmadıysa, ortaklarının Dubai ve Körfez ülkeleri ile yaptıkları görüşmeler neyin görüşmeleriydi?

Dersim’in ekolojik dokusu ve devletin tehdidi
Devletin ekosistemi tahrip eden uygulamalarının sürekli tehdidti altında olan şehirlerden biri Dersim. Toprakları yüzyıllardır savaşlarla, katliamlarla, talanlarla aşiretler arası kavgalarla hırpalanan bu diyarda devletin yürüttüğü asimilasyoncu ve soykırımcı politikalar devam ediyor. Özellikle Dersim insanını toprağını ve su kaynaklarını hedefleyen bu yeni tip politikalar, bu eşsiz diyarı bütün zenginlikleriyle tehdit etmeyi sürdürüyor. Bu tehdidin altındaki onbinlerce insanın yanında özellikle Munzur vadisinde bulunan akarsu kaynakları, endemik bitki türleri, yöreye özgü hayvan türleri, ve yaban hayvanlar da bulunmakta. Bugün Munzur florasında hala varlıklarını sürdürebilen 1.600 adet bitki türü saptanmış. Bunlardan %18’i endemik türlerden oluşuyor. Munzur faunasında bulunan “çengel boynuzlu keçi”, “Bezuvar” isimli dağ keçisi, “ür kekliği”, “kırmızı benekli alabalık” Munzur’a ait endemik türlerden. Belirtmek gerekir ki yakın zamana kadar neslinin tükendiği değerlendirilen “Anadolu parsı“nın Munzur Havzası’nda yaşadığına dair işaretler ve akademik tespitler bulunuyor.
Dersim, mücadele etmesi gereken bütün unsurlara karşı nasıl bir konum alacak ?
Devlet Dersim’i derin suların altında bırakmaya çalışıyor. Devlet bu derin stratejisini yerel düzeyde kimler eliyle yapacağını netleştirmeye çalışıyor, ki bu konuda zamanı ve koşulları oluştuğunda kendine muhatap adaylar da bulacaktır. Ancak Dersim’in tarihinden gelen etnik, sosyal kütürel dokusu ve hassasiyetlerinden ötürü, daha sabırlı ve sinsice politikalar üzerinden ilerliyor… Öncelikle üzerinde durulması gereken gerçeklik budur. Bütün bir Dersim coğrafyası tehdit altındadır ve yazık ki Dersimli bu tehdidin çok uzağında bir algıyla, umursamazlıkla, ya da geçmişinden gelen kimi kusurlu yaklaşımların dışına çıkmadan yaşamayı tercih etmektedir. Bu da sağlıklı bir iletişimin önünde engel oluşturuyor… Yani sonuca gelecek olursam, söz konusu sorunları daima öteleyen, görmezden gelen tartışmayan, ya da kişisel, grupsal, aşiretsel kaygılarla içinden çıkılmaz hale getiren yaklaşımlardan uzaklaşmadan, Dersim’in bütününü tehdit eden devletin gerçek niyetini de anlamaya fırsatımız olmayacak. Dolayısıyla “Bu iç sorunumuzdur tartışmayalım” demek yerine, ana ekseninden uzaklaşmadan Dersim’in bütün sorunlarını konuşmalı ve tartışmalıyız. Eğer, kendi içimizdeki kusurlarımızı görüyor ve öteliyorsak, kendi dışımızda hepimizi bağlayan tehdit eden temel probleme karşı nasıl hem fikir olup mücadele edeceğiz?
Dersim, mücadele etmesi geren bütün unsurlara karşı nasıl bir konum alacak ? Ekolojik, sosyolojik ve etnik yapısıyla yüzyıllardır süren tehditlere, savaşlara, kavgalara, sürgünlere, yangınlara karşı; daha da önemlisi, kendi içinde yaşadığı grupçu, aşiretçi dayatmalara karşı; ayrıca Dersim’i adeta elitist popülist kastlara ayıran sol gelenekçi anlayışlara ve yine bu gelenekten gelip de, Dersim’in su kaynaklarını ticari bir meta haline getiren Munzur Su A.ş gibi sisteme entegre kuruluşlara karşı…
Bütün bu paradokslar üzerinde iyice düşünülmesi gerekiyor sanırım.
Birbirini dinleyen, anlamaya çalışan; birlikte karşılıklı öğrenmeyi, sevgi, dostluk, ve dayanışmayı esas alan ; toprağa suya, ormana, insana, hayvana dost, ekososyal bir Dersim’e saygıyla…