Yeni anayasa ve başkan­lık referan­du­mu tartış­malarıy­la toplum­sal kes­im­leri bir­birine karşıt iki düş­man blok halinde diza­yn eden sis­tem, evet-hayır kam­pa­nyaların­dan çıka­cak sonuçlar ne olur­sa olsun, ken­di hük­münün devamı­na tehdit oluş­tu­ra­cak her tür­den olasılığa karşı ken­di­ni hazır­la­mak­la meşgul şu an…

Farkın­da mısınız, muhalif kes­im­lerin Erdoğan karşıtlığı temelinde gelişen “Hayır” kam­pa­nyası, Şil­i’de dik­tatör­lük koşulları­na karşı başlatılan NO kam­pa­nyasını mod­el alıy­or. Yani, popülist, ve hem iç dinamik­ten yok­sun hem de pek çok hand­ikapı barındırıy­or. Oysa “Hayır” kam­pa­nyasını salt Erdoğanın başkan­lığı­na karşı bir kam­pa­nya olmak­tan çıkarıp, sis­temin yarat­tığı ayrıştırıcı, düş­man­laştırıcı, şid­det ve nefret yük­lü pro­j­eye karşı bir kam­pa­nyaya dönüştürmek, çok daha hay­ati bir sonu­ca ayarlı ola­cak. Eğer bu başarıla­mazsa, ikti­darı elinde tutan­ların tehdit, yasak, şan­taj ve şid­det dolu pro­gramı en korkunç boyut­lar­da ceryan ede­cek, ve sokak­lar, evler, işy­er­leri, okullar, kısacası toplumun her yeri, bu çıkar­cı, hırslı, kin­ci kes­im­lerin vahşet­ler­ine sahne ola­cak. Bu duru­mu HDP bel­ki bir savun­ma manevrası ile daha çabuk atlatıla­bilir ama CHP ve diğer lib­er­al demokrat sol kes­im­lerin bugünkü nes­nel­lik­ler­ine bak­tığımız­da, bu koşulları hiç de kolay atlata­bile­cek­ler­miş gibi görünmüyor.

Anayasa ve başkan­lık için süren evet-hayır kam­pa­nyası­na ilişkin daha pek çok şey söyle­mek mümkün ve hat­ta bu başlı başı­na baş­ka bir yazı konusu.

Anayasa, başkan­lık ve referan­dum serüven­leri dik­tatör­lük­ler­le anılan Türkiye’lilerin bu ezeli referan­dum tartış­ması süre­dur­sun, ben aynı içerik­te baş­ka bir yazıy­la devam etmek istiyorum.

Faşist askerî dik­ta döne­minde, 1982 Anayasasının referan­du­ma götürüldüğü koşullar­da, bir grup örgüt­süz devrim­ci genç İst­anb­ul’d­aki bir orman­da, bir tek­sir mak­i­nasının başın­da bir araya gelirler…

Şehir ormanında basılan “hayır” bildirileri

(Bir referan­dum deneyimi)

Ben bildim bileli bu ülkede Anayasa tartışılır. 64 doğum­luyum. Kimine göre Anayasa dardı, kimine göre bol. Bir terzi­lik mese­le­si yani. Üste­lik olup biten­lere iti­raz ettiği için tepesinde boza pişir­ilen bir kuşağın evladıyız.

Anayasa tartış­ması yapılıy­or­sa bun­dan etk­ilenecek bütün vatan­daşların söz hakkı vardır. Ama ben­im (bura­da adlarını ana­may­a­cağım birçok yoldaşımın) daha çok söz hakkı var. 1981–82’den bahsediyorum.

Devrim­ciy­dik, ama örgütümüz yok­tu, çeşitli neden­ler­le. Faşizm öyle böyle değil, büyük bir hınçla saldırıy­or­du. İdamlar sürüy­or, hapis­hanel­er devrim­cil­er­le dolu, işkence devlet poli­tikası, devrim­cil­er sokak­lar­da öldürülüy­or­du. 45 mily­on­luk ülkede tam 1 mily­on insan gözaltı­na alın­mıştı, yani her 45 kişi­den biri! Ama devrim­ci olmanın da ‑her zaman­ki gibi- en değer­li olduğu yıl­lardı… Cun­tacılar Anayasa hazır­la­ma görevi­ni İst­anb­ul Hukuk Fakültesi’nden Orhan Aldıkaçtı’ya ver­di. Yavaş yavaş yeni Anayasa met­ni basın­da yer almaya başladı. Hat­ta bir ara Aldıkaçtı, Anayasa met­ni­ni kay­bet­ti diye hatır­lıy­o­rum. Biz, yani birkaç genç, faşist Anayasaya “hayır” oyu ver­m­eye karar verdik.

Çünkü daktilo sesi silah sesi kadar tehlikeliydi

Daha lise yeni bit­miş, ya da lise son­day­dık çoğu­muz. Anayasa kita­pları aldık, bir­er hukuk fakül­te­si öğren­cisi ya da Anayasa uzman­ları gibi okuduk. Cun­ta koşulların­da gazete köşelerinde yapıla­bilen tartış­maları izledik, halkı hayır oyu ver­m­eye çağıran bir metin hazırladık.

Evde kim­s­enin olmadığı bir gün teybe koy­duğum kasedin sesi­ni sonuna kadar açıp dak­tiloy­la mum­lu kağı­da geç­tim o bildiriyi. Tey­bin sesi­ni sonuna kadar açtım çünkü dak­ti­lo sesi silah sesi kadar tehlike­liy­di ve komşu­larımız duymamalıydı.

Sanayi Mahallesi’nde buluş­tuk. Bir arkadaşımız sırtın­da un çuvalı içinde tek­sir maki­nesi­ni getir­di. Şim­di adı Are­na olan ne o stad, ne de önün­den geçen otoy­ol vardı. Oralar hep dut­luk­tu. Şaka, dut­luk değil bildiğiniz orman. Sadece koca tek­sir maki­ne­si yok yanımız­da. Yüzlerce tek­sir kağıdı, tek­sir boy­aları filan… Bir avlağa girdik. Neden evde değil de orman­da basıy­oruz, çünkü hiçbir­im­izin bir­bir­im­izin evi­ni bilmeme­si gerekiyordu.

Tek­sir maki­nesinin kol­unu çevirdikçe dökülm­eye başladı “Devrim­cil­er” imza­lı bildiril­er. Bir­im­iz tek­sir maki­nesi­ni çalıştırıy­or, bir­im­iz çıkan bildiri­leri topluy­or, bir­im­iz kendimizce güven­liğimizi alıy­or­duk. Çıkardığımız bildiri­leri apart­man­ların pos­ta kutu­ları­na bırak­tık o haf­ta. Birkaç gözükara genç yüzlerce bildiri dağıt­tık böyle. Ama referan­du­mu göremedik. Film gibi bir operasy­on­la ense­lendik. 45 gün Gayrettepe’deki siyasi şube­de akıl almaz işkencel­er­le sorgulandık.

Elde yok direksiyon”

Şub­eye bir grup İsl­amcı gel­di. Onlar da Anayasa oyla­masın­da “hayır” diy­or­lar­mış meğer. Slo­gan­ları da şuy­du: “Her hayır­da bir şer vardır!” Biz­im hücr­eye de grubun lid­eri düştü. İmd­at mı adı, İlyas Hoca mı, tam hatır­lamıy­o­rum şimdi.

Hoca sana da işkence yap­tılar, siz de karşısınız faşist ikti­dara, biz de. Bir­lik­te mücadele ede­lim” ded­im safça. Daha 18 yaşındayım.

Hoca fet­ba­zlığıy­la aldığım cevap şuy­du: “Siz varsınız 50 frak­siy­on, biz varız 30 frak­siy­on, etti 80 frak­siy­on, elde yok direk­siy­on! Bize Humeyni gibi bir direk­siy­on lazım!”

Aradan yıl­lar geçtik­ten son­ra onlar direk­siy­on bul­du. Ama oto­mo­bil­leri sürücü eğiti­minde kul­lanılan­lar gibi. Çift debriyaj, fren ve gaz. Para­leller yani!..

Gal­i­ba 45 gün son­ra Selimiye’ye git­tiğimizde öğrendik, 12 Eylül anayasasının yüzde 90’ın üzerinde bir oyla kab­ul edildiğini.

JR sağol­sun.

Ama hiç kendimizi yenilmiş his­setmedik. Ve biliy­or­duk ki çok kaza yap­tık, yan­lışlarımı­zla doğru­larımı­zla direk­siyon­da olan bizdik.

Sadece o Anayasa oyla­masın­da değil. Mesela Dal­las diye bir dizi oynardı tek tele­vizy­on kanalı olan TRT’de. JR’ın entrikaları­na bütün şehir kil­itlendiğinde, (asker­ler ve polisler de dahil) duvar­lara “Dün Şah, bugün Somoza, yarın Evren…” diye yaz­abiliy­or­duk. Ya da “Ken­di halkı­na süngü takan ordu, kahra­man değil, faşist işgal ordusudur” diye­bile­cek kadar cüretkar pankart­lar asabiliy­or­duk görünür yer­lere. Hem de her şeyi göze alarak.

Bun­ları şunun için anlat­tım: O koşullar­da şim­di evler, otoy­ol ve stad olan orman­da söyleye­bildiy­sek niyetimizi, yine söy­ler­iz. Ve sonuç ne olur­sa olsun asla yenilmey­iz. O orman bir daha asla olmay­a­cak olsa da…

Faruk Eren

sendika.org’da yayınlanan yazısı

Daha bitme­di Faruk…

Ben bir iki kelam daha ede­ceğim. 1982 Anayasası­na hayır demek için Seyran­te­pe dut­luk ormanın­da bir tek­sir mak­i­nasının başın­da top­landığınız ve son­ra da yakalanıp Metris’e ben­im kaldığım koğuşa getir­ildiğiniz o zor yıl­lar­dan son­ra, senin kalemin sayesinde üçümüz yine söz söze, bir araya geldik. Bu tar­ih­sel bil­gi notunu da buraya eklemiş oldum böylece. Ve son sözü her zaman olduğu gibi Hik­met’e bırakalım :

saba­ha yetiştirmem gerek
ben de bağıra bağıra acı türküler söyle­mek istiyorum
ama saba­ha yetiştirmem gerek

bun­ları hiç düşünmeden
san­ki hiç acelem yok­muş gibi
baş­ka bir mem­leket­ten yazıy­or­muş kadar rahat

o iki para­grafı saman kağıt­ta bırakıyorum
atmıyorum
bir ara bu konuyu da sor­mamız lazım adamlara
ama önce perdeyi tama­men ört­mem lazım
en iyisi bany­o­da yazmak

bir cip geçti hızla
tür­benin orda dur­du, geri vitese taktı
durdu,
kıpırdamıyorum
motor rölantide

oğlum var ya bu gün­ler bir geçsin
bir geçsin var ya

Hik­met Şırlak


Rédaction par Kedistan. | Vous pouvez utiliser, partager les articles et les traductions de Kedistan en précisant la source et en ajoutant un lien afin de respecter le travail des auteur(e)s et traductrices/teurs. Merci.
Kedistan’ın tüm yayınlarını, yazar ve çevirmenlerin emeğine saygı göstererek, kaynak ve link vererek paylaşabilirisiniz. Teşekkürler.
Kerema xwe dema hun nivîsên Kedistanê parve dikin, ji bo rêzgirtina maf û keda nivîskar û wergêr, lînk û navê malperê wek çavkanî diyar bikin. Spas
Sadık Çelik on EmailSadık Çelik on Facebook
Sadık Çelik
REDACTION | Journaliste 
Pho­tographe activiste, lib­er­taire, habi­tant de la ZAD Nddl et d’ailleurs. Aktivist fotoğrafçı, lib­ert­er, Notre Dame de Lan­des otonom ZAD böl­gesinde yaşıy­or, ve diğer otonom bölge ve mekan­lar­da bulunuyor.