Bask ülkesi Navarra bölgesinde bulunan Komün köylere yaptığım-ız- dayanışma yolculuğundan döner dönmez bu, oldukça yeni kollektif deneyler içeren güzel güzergahı Kedistan için kaleme almaya koyuldum…
ZAD Notre Dame Des Landes otonomundan Almanya Köln-Hanbach Forest dayanışmasına gittiğim günlerde şekillenen bu yolculuğun asli fikir sahibi ZADcı kardeşim, yol arkadaşım Kevin’di. Daha önceki « voyage militant » yolculuğumun da fikir sahibi olan Kevin, bir süre önce katırlar eşliğinde katettiği bu yolculuğu bu defa benimle birlikte gitmeyi önermiş ve bende hiç tereddütsüz bu öneriyi kabul etmiştim. Kararlaştırdığımız üzere Mart sonunda Hanbach Forest dayanışmasından. sonra direkt güney Fransa’ya geçecek ve orada Kevin’le buluşup İspanya Bask ülkesi Navarra bölgesindeki komün köylere doğru yola çıkacaktık.
Ve nihayet 31 Mart sabahı mazotunun parasını bir benzin istasyonunda gitar çalarak kazandığımız, motoru küçük bir taksiden devşirme ödünç Kango tipi uyduruk bir karavanla yola çıktık. Elimizde bir İspanya haritası, Beziers-Narbon istikametini takip ederek Pays Basque-Navarra’ya doğru ilerledik. Hazır Navarra’dan geçerken ve önümüde daha yol varken biraz Bask ülkesi tarihinden söz edelim.
Basklar Pirene’lerin batısında yer alan, dört bölgesi İspanya’da, üçü Fransa’da bulunan, Bask ülkesi olarak bilinen ve çoğunluğu Kuzey Navarra’da yaşayan yerli bir halktır. Bilinen ilk bask devleti 9.yüzyılda kurulan Pomplana krallığıdır. Bu devlet daha sonra Navarra krallığı adını almıştır. Dilleri baskçadır ve dil bilimciler tarafından Hint Avrupa dilleri Avrupa’ya yayılmadan önce Avrupa’da konuşulan dillerden arta kalan tek dil olduğu söylenmektedir. Baskça izole bir dil olduğundan dolayı dünyada hiç bir dille yakın akrabalığı bulunmamaktadır. Bir latin dili olan Gaskonca’dan geçmiştir. Modern Baskçada Bask halkı kendine “Euskaldunak” adını vermektedir. Bask ülkesi sosyo-politik yapısı Fransa ihtilalinin arifesinde Pirene ötesi, Pirene berisi olarak tanımlanıyordu .Bask illeri bu açıdan oldukça benzeşik yapıdaydılar. Halk her yerde özgürdü . Erk, düzenli olarak toplanan “Halk meclisleri“nin denetlediği seçilmiş kişilerin elindeydi . Burdan da anlaşılıyor ki Bask ülkesinin bu « özerk, bağımsız, özgür »yaşam geleneği yüzyıllar boyu, kuşaktan kuşağa devrolmuş ve nihayet yakın tarihe (1959–1990) kadar da bağımsızlıkçı ETA hareketinin mücadelesiyle sembolize olmuştur. Ancak 1990’ların başında dünyadaki pek çok siyasal herekette olduğu gibi Baskçı ETA hareketi de farklı alternatif arayışlara yönelmiş ve nihayet barışçıl demokratik mücadeleyi seçmiştir.
Bütün bu toplumsal sosyal siyasal döngüye rağmen Bask halkı o kendine has doğal özgürlükçü karekterini korumaya, kendi dilinden yaşam şarkıları söylemeye devam ediyor.
ZAD diyarından Bask diyarına uzanan komün dayanışması , bizi ZAD ormanından BASK dağlarına doğru götüren en önemli, en güzel şey kuşkusuz dayanışmaydı. Biliyor ve merakla izliyorduk bu özgür komün dağlarındaki özgür yaşamları… Yaşam alanları olarak yabancı değildik birbirimize. Biliyorduk ki o dağların çocuklarıyla aynı başka bir dünyanın heyecanını taşıyorduk kalplerimizde…
İtoiz’de on yıllar süren baraj karşıtı ekolojik mücadelenin bugün o dağlarda doğan özgür komün çocuklarının gözlerinde nasıl berrak bir ışıltıya dönüştüğünü sevinçle, coşkuyla ve umutla duyumsuyorduk…
BASK İtoiz’den ZAD Sivens’e ve Türkiye’ye uzanan Eko-Mücadele koşutluğu.
Kapitalist haydutluğun dünya kaynaklarını son raddine getirdiği günümüzde doğal yaşam alanlarını koruma mücadelesi de kuşkusuz dünyamızın geleceği açısından kaçınılmaz hayati bir gerçek… Son yıllarda su kaynaklarına yönelik giderek artan anti ekolojik projeler; barajlar, hidroelektrik santralleri vb, dünyanın pek çok ülkesinde doğal yaşam alanlarını daha çok tehdit eder hale gelmiştir. Amazonlar başta olmak üzere dünyanın belli başlı su kaynaklarına yönelik vahşi bir saldırı talan başlatılmış, buralarda yaşayan yerli halklara yönelik ölümcül uzaklaştırma politakaları gündeme getirilmiş (Amazonlar’da, Honduras’ta çoğu ölümlerle sonuçlanan yerli halklara ve onların haklarını koruyan ekolojist aktivistlere yönelik suikastler hala devam etmektedir), yeryüzünün en yaşamsal kaynağı olan « su » ve onu korumaya çalışan yöre halkları ve aktivistler, haydutların ağır saldırıları ve tehditleri altına alınmıştır.
Çok uzaklara gitmeye bile gerek yok, Fransa’da Sivens-Testet bölgesine yapılmaya çalışılan baraja karşı yöre halkı ve biz ZAD aktivistlerince sürdürülen mücadelede 2014 yılı ekim ayında Remi Fraisse adlı aktivist arkadaşımız jandarmanın attığı el bombası tipli gaz fiseği ile katledildi, pek çok arkadaşımız ise sakatlandı, gözaltına alındı, tutuklandı, yargılandı, sürgün ve para cezalarına çarptırıldı.
Bu vahşi talan ve saldırılar Türkiye’li haydut iktidarlarcada sürdürülmekte, 2013’te (ölümlerle sonuçlanan) Gezi Parkı direnişiyle başlayan talan ve saldırılar havaalanı, köprü, baraj gibi projelerle Istanbul başta olmak üzere Anadolu’nun ve Mezopotamya’nın belli başlı şehirlerinde artarak devam etmekte hala .
İtoiz Barajına Karşı Bask Halkı’nın mücadelesi bugüne ışık tutuyor…
1985 yılında İtoiz’den geçen İrati nehrini baraja çevirme kararı alan İspanya yönetimi aynı, zamanda uzun yıllar sürecek baraj karşıtı mücadeleye de kapı aralamış olacaktı. İratı nehrinden gelen suların toplandığı İtoiz barajı ile birlikte büyük bir tarihi yerleşim alanı da sular altında kalmıştı. Ancak başta İtoiz halkı olmak üzere pek çok aktivist baraja karşı mücadele ediyordu. Bu dönem baraj yapımı sürecinde Greenpeace ve Solidari@s con Itoiz tarafından gerçekleştirilen doğrudan eylemler; protesto gösterileri hala hafızalardır. Ama hafızalarda kalan en önemli eylem 1996 yılı kışında gerçekleştirilmişti. “Dayanışma grubu” üyeleri tarafından baraj yapımında kullanılan ana kablolara büyük bir sabotaj eylemi yapılmış ve baraj inşaatı 8 ay boyunca sekteye uğramıştı. Bunun yanında İtoiz’de büyük protesto kampanyaları gerçekleştirilmiş, abotaj eyleminden tutuklanan aktivistlerin serbest bırakılması için İtoiz halkının verdiği destek de sonuç vermişti. 2007 aralık ayında son mahkumda serbest bırakılmıştı. 14 Temmuz 1997 tarihinde ise Yargıtay baraj inşatı için nihai kararını vermiş ve İtoiz barajı bir daha yapımına devam edilmeksizin öylece durdurulmuştu.
İtoiz barajından bugüne kalan yanlızca baraj duvarlarıdır. Ancak İtoiz halkının ve aktivistlerinin mücadele kültüründen bugüne ve yarına kalansa, aynı bölgede giderek yayılan özgürlikçü, yeni alternatif komünal yaşam deneyleridir. İlk Durak ilk komün : Aiz Kurgi .
Uzun yollar, dağlar, köyler sonra nihayet Bask ülkesindeyiz… Ay karanlık bir gecede, yıldızlar eşliğinde tangur tungur ilerliyoruz dağ komünü yolunda. Arabanın far ışıklarının aydınlattığı toprak yol bizi bir ormanın girişine getiriyor. Orman girişinde büyükçe, iki yana açılan demir kapının önünde duruyoruz. Kevin bana dönüp, « şimdi kameranı çalıştırabilirsin ! » diyor. Ben kamerayı açıp çekim yaparken Kevin arabadan inip sürgülü ağır demir kapıyı iki yana açıyor. Aracımızı içeri aldıktan sonra da tekrar inip demir kapıyı tekrardan kapatıp sürgülüyor…
Orman içinde aracımızın far ışıklarının aydınlattığı yolda yüksek cam ağaçlarının yıldızlara uzanan başlarına baka baka yokuş yukarı doğru ilerliyoruz. Ve çok geçmeden Bask ülkesinin işgal edilmiş komün köyünün ana giriş kapısı önünde duruyoruz. Bir çiftlik girişini andıran bu kapıda dikkatimizi çeken kapı emniyetini sağlayan düzeneğin bir geyik boynuzundan yapılmış olması. Açıkçası, bu benim pek hoşuma gitmiyor… İçimden, « burda geyikleride mi avlıyorlar ? » diyorum… Kamerayı kapatıyorum. Geceyi komün giriş kapısının hemen yanındaki alanda, uyduruk karavanımızda geçiriyoruz.
Sabah türlü kuş sesleriyle uyanıyoruz… « Ne güzel bir sabah uyanışı…» diyorum kendi kendime. Kevin kardeş, « biraz daha uyumak istiyorum » diyor. Ben ise, elimde kamera bu güzel komün sabahını müjdeleyen kuşların cıvıltılarına takılıp alanı dolaşmaya gidiyorum. Geniş bir alan içindeki küçük dağ komününde eski taş evlerin bir kısmı onarılmış bir kısmı ise henüz şantiye halinde. Keçi ve koyunlar otluyor etrafta. Daha ilerde, orman içinde at ve katırlar gözüme çarpıyor.
Komün mutfağının bulunduğu kollektife doğru gitmek için ilerlerken büyük bir bahçeyi farkediyorum. Kışlık sebzeler; pırasa ve lahanalar var çokça… Biraz fotoğraf ve video çekiyorum. Bahçeyi geçince büyükçe bir atölyeyi farkediyorum sonra. İçeri girdiğimde sağ taraftaki odada yere serili patatesleri görüntülüyorum.
Üst katta bir free shop var. Hemen karşımda ise çokça at aksesuarı var. Gelişi güzel üst üste yığılmış halde eyerler, dizginler, heybeler… Atölyeden çıkıp komün mutfağının bulunduğu eski taş eve doğru ilerlerken Kevin ve komüne yeni gelen bir fransız doğacı gezgin ile (Allan) karşılaşıyorum. Kısaca tanışıyoruz ve sonrada hep birlikte komün kollektif mutfağına gidiyoruz. Tarih kokan ahşap ve taş evin mutfağında yarı taştan yapılma ocak fırında yanan odunların çıtırtısına çocukların cıvıltıları karışıyor. Sıcacık bir sabahta, sıcacık gülümseyen yüzlerle tanışıyoruz.
Komün ailesi Kevin’i önceden tanıdıkları için tanışma faslı uzun sürmüyor. Daha çok benimle ilgileniyorlar bu tanışmada. Türkiye’li bir ZADistle tanışmak onlarda oldukça şaşırtıcı bir merak uyandırıyor. Kevin’in de katkılarıyla kendimden bahsediyorum kısaca. Derken karşılıklı hoş bir dialog ortamı oluşuyor. Onlara Türkiye’deki ZAD kardeşliğinden ve dayanışmasından; KOS ve Yeryüzüne Özgürlük grubundan, infiAl’den bahsediyorum. Bask ülkesindeki özgür komün deneylerinin Türkiye’deki benzeri deneylere ilham kaynağı olabileceği gibi önemli deney aktarımında da bulunabileceğini bu nedenle de Bask ülkesindeki komün deneylerini pek çok açıdan gözlemlemek, fotoğraflarla ve video röportajlarla belgelemek istediğimi söylüyorum. Bu isteğimi memnuniyetle ve gururla karşılıyorlar. Bu arada komün kahvaltısını hazırlayan ispanyol arkadaşımızın maharetli ellerinden sofraya inen kahvaltılıklar sarımsak ağırlıklı da olsa, bizim Türkiye’lilerin kahvaltı menüsünü kıskandıracak kadar güzel bir lezzet oluşturmaktaydı.
Bask komünlerinde geçireceğimiz günler boyunca Bask-ZAD komün kardeşliğinin gelecekteki federasyonist otonomilerin önünü açacak yegane kardeşlik olduğunu daha ilk günden görüyor ve bu büyük umudun tarifsiz heyecanını duyumsuyorum yüreğimde. Bütün bu yeni tip komün deneyimleri başka bir dünyanın toplumsal nüvelerinin felsefi siyasal argümanlarının bugünden nasıl oluşacağı sorusuna (ve klasik Marksistlerin ve metafizikci öbür dünyacıların bugün için ulaşılmaz, imkansız olarak gördükleri ve çünkü tanrısal kaidelere bağladıkları nihai özgürlük kodlamaları ne şekilde olursa olsun, yeryüzünün bütün varlıklarıninn bir arada özgürce ve birbirleriyle barışık bir halde yaşayabilecekleri gerçeğini görmezden gelen yada reddeden yada erteleyen, öteleyen ve nihayet bu, birbiriyle benzeşen o bildik bütün yaklaşımalarına da) güçlü bir cevap arayışı olacaktır diye düşünüyorum.
Ispanya devriminde Durruti’nin,“Yeni bir dünyayı burada, kalbimizde taşıyoruz. Bu dünyaşu an büyüyor » sözleri o büyük trajediden on yıllar sonra yeniden aynı diyarlarda kalbimizde büyüyor. Ne güzel!
Aiz Kurgi işgal komününde kollektif çalışmayla dayanışma
Komün bireyleriyle birlikte ormanlık alandaki seyreltmelerden kalan budanmış ve öbekler halinde yere serilmiş çam dallarını komün alanıyla ormanlık alan arasına çekilmiş tel örgülerin gerisine taşıyoruz. Çam dallarından uzun bir bariyer oluşturuyoruz. Bu uygulamayı komün hayvanlarının (özellikle de domuzcukların) alan dışına çıkıp kaybolmamaları için yaptığımızı söylüyor Kevin..
Aiz Kurgi de son gün…
Sabah Kilisenin konuk odasındaki yer yatağında uyanıp kalkıyorum. Fotoğraf makinası ve çantamı alıp keçi ve koyunların bulunduğu ağıla doğru gitmek üzere kiliseden çıkıyorum. Bugün süt sağma işlemini görüntüleyeceğim. Çünkü bu köyde erkekler süt sağıyor. Sonra da sırada bir röportaj var. Ağılda henüz bir hareketlilik yok. Komün mutfağına uğramalıyım. Mutfak yine sıcacık, kahvaltı hazırlığı var. Bask halkına özgü yarı taştan yapılma (bir tür şömine) fırın sobasının üzerinde dilimlenmiş ekmekler ısınıyor. Çocuklar ortalıkta şirinlikler yaparak dolaşıyor. Kevin bir köşede gitar çalıyor kendi halinde. Arada çocuklara neşeli birşeyler söylüyor. Genç anne ekmekleri çeviriyor arada.
Bask halkının doğal aile ortamı bizimkiler çok benziyor. Çocukluk yıllarım geliyor aklıma. Sabahları ödün ateşiyle gürül gürül yanan sobamızın üzerinde dilimlenmiş ekmeler hiç eksik olmazdı ve annem küçük ağızlarımıza sıcak ekmekler yetiştirmek için sobaya yakın otururdu hep. İçim, düşüm sıcacık bende sofraya oturuyorum.
Komünün ekmekçileri, dün gece hazırlanan hamurdan ekmek yapmaya hazırlanıyorlar. Orta yaş üzeri iki Fransız (Allan ve Michelle) üstenmiş bu işi. İki günde bir bir gece önceden hazırladıkları hamuru sabah erkenden komünün doğal taş fırınında pişiriyorlar. Allan biraz aksi bir ihtiyⒶr. Ekmek yapımını görüntüleme isteğime huysuzca yaklaştı. Kevin’la birlikte bütün çabalarımıza rağmen nuh dedi peygamber demedi ve alternatif başka biri de olmadığı için bu işlemi ne fotoğraf olarak nede video olarak görüntüleyemedim. Yanlızca ekmek hamur atölyesinde hamur hazırlarlarken çektiğim bir görüntüleri var. Kevin Allan’ın bu tip huysuzlukları hep yaptığını negatif bir insan olduğunu ve röportaj, fotoğraf, video konularında biraz da paranoya yaptığını söylüyor. Michelle ise Allan’ın tersine çok sıcak kanlı, neşeli, esprili bir anarşist. Komüne o da henüz iki hafta önce gelmiş. Atları, koçları ve koyunlarıyla… Orman içinde kendine ve hayvanlarına bir alan oluşturmuş. Komünün bütün işlerine koşturuyor. Bahçıvanlıktan marangozluğa, duvar işçiliğine kadar komünle ilgili ne varsa yaşına ve fiziki durumuna aldırmaksızın çalışıyor. Allan’i ikna çabamıza onun desteği de oldu ama sonucu değiştirmeye yetmedi.
Allan ve Kevin sohbet ederek Allan’ın kaldığı çadıra doğru yürüyorlar. Kamerayı açıp onlara eşlik ediyorum. Çocuklar için yapılmış oyun parkının hemen yanındaki patikadan orman içine doğru ilerliyoruz. Az ilerde otlayan Allan’ın atları görüntüye giriyor ve sonra da çadırı. Çadırın önüne geldiğimizde Allan kendi yaşadığı kimi komik anılarını tiyatral bir havada anlatıyor. Çadırın önünde hoş, komik küçük bir stand-up gösterisi yapıyor adeta.
Boğa boynuzundan yemek borusu enstrümanı
Allan’ın çadırından dönerken yemek borusu çalıyor. Komün mutfağının önüne geldiğimizde bu boğa boynuzundan yapılma çağrı enstrümanını kaydetmek için tekrar çalmalarını rica ediyorum. Günün nöbetçi ahçısı video kaydı için tekrar üflüyor yemek borusunu. Sonra mutfağa geçiyoruz. Veda yemeği oldukça çeşitli ve özenle hazırlanmış. Yemek anonsunu duyan komün üyeleri bulundukları yerlerden birer ikişer gelip sofradaki yerlerini alıyorlar.
Çok hoş bir görüntü bu. Kameram çalışmaya devam ediyor ve bu güzel son anları kaçırmıyorum. Bu veda yemeğinden sonra komünün ilk aile babası XXX ile kendi evinde güzel bir röportaj yapıyorum. Kevin de bana (Fransızca’dan İspanyolca’ya) tercümanlık yapıyor.
Aiz Kurgi işgal komününün nasıl kurulduğunu, komünün işleyişini, diğer işgal komünleriyle iletişimlerini ve son olarak da Türkiye’deki komün deneycilerine mesajlar içeren bir röportaj oluyor bu.
Ve veda vakti
Aiz Kurgi komünü üyeleriyle sıcak bir vedalaşmadan sonra uyduruk karavanımıza yedek mazotumuzu koyup Aiz Küren ve Uli Alto adlı işgal komünlerine doğru yola çıkıyoruz Kevin’le. Haritamızı açıp güzergahımıza bakıyoruz. İnişli çıkışlı uzun bir yol var önümüzde. Güneşli mavi bir gökyüzünün altında dağlar boyunca ilerliyoruz. Ve işte silsile halinde Aiz Küren’e ve oradan Uli Alto’ya ve İtoiz’e doğru uzanan dağlar.
Ancak biz İtoiz’e gitmeyeceğiz. İtoiz’e başka bir zaman aralığında gitmeyi planlıyoruz. Bizi şu an daha çok İtoiz çevresinde işgal edilerek kurulmuş yeni komun köyler ilgilendiriyor. İtoiz’i baraja karşı verdiği mücadelesi ve çevresine etkileri bakımından ele almak gerekiyor çünkü. Dolayısıyla yolculuğumuzun ana ekseninde, işgal edilerek yeni, “alternatif komunal yaşam alanı” haline getirilmiş bu eski Bask köyleri olacak.
Burada bir virgül koyup bu yolculuğun politik muhtevasına da değineyim: Kişisel düzeyde yaklaşık dört yıldır (Fransa-Almanya-İspanya ve Türkiye ekseninde) alternatif eko radikal bir yaşam pratiğin içinde, farklı coğrafyalarda yeni tip komünal yaşamları deneyleyerek o nihai başka dünya ya doğru yol almaya devam ediyorum. Bütün bu yaşam pratiğinin bugün için bana öğrettiği en önemli politik sonucu şöyle özetleyebilirim:
Talancı Kapitalist haydutlar sisteminden kopuş argümanları olarak değerlendirebileceğimiz bu, alternatif yeni yaşam arayışları, günümüz insanının doğal dünya ile olan yabancılaşmasını bütünüyle kıracak,ona yaralı ve yorgun dünyamızın geleceği için (biyolojik-sosyal-kültürel) yeni bir eko dönüşüm imkanı sağlayacaktır. Bu deneylerin Bask ülkesinin özgürlükçü ve özerklik kültürüyle ve eko mücadelesiyle yoğrulmuş coğrafyasında olması ise bizi daha kaydadeğer bir güzergahın içine çekiyor.
ZAD ve benzeri işgal hareketlerinin dünya ölçeğinde yeni moral değerlere dönüşmesi “insan-hayvan ve yeryüzü” bileşkesinin yeni bir döngü içinde, dayanışma halinde buluşması “ZAD gibi işgal komünlerinin hayat içindeki sürdürülebilirliğinden ileri gelmektedir (bu konu zamanla kendi gerçekliği içinde daha geniş daha detay birikimler oluşturacağından şimdilik kaydıyla bırakıyorum).
Yolumuza, yönümüze, varacağımız yere dönecek olursak.
İşte geldik bile! Iki yani çam ve gürgen ağaçlarıyla dolu dağ yolunda ilk yasadışı tabela göründü. “Aiz Küren” yazan tabelanın önünde durup aracımızdan iniyoruz. Tabelaya birde kısa bir uyarı not eklenmiş: “Aracınız araziye uygun değilse,aracınızı burada bırakıp 1,5 km yürüyünüz” diyor. Uyarıyı dikkate alıyoruz. Aracımızı uygun bir yere park ettikten sonra sırt çantalarımızı alıp yolumuza yaya olarak devam ediyoruz. Kevin, daha önce başka bir güzergahtan hayvanlarla birlikte geldiğinden bu yolu benimle birlikte ilk defa yürüdüğünü söylüyor. Müthiş güzel bir doğanın zirvesinde çam kokulu, bol oksijenli yol güzergahında türlü kuş cıvıltıları eşliğinde yürüyerek AizKüren köy komününe varıyoruz.
Köy girişinde köpekler karşılıyor bizi. Komün giriş kapısının ardından havlayarak gelip kokluyorlar bizi. Köpeklerin sesleri üzerine demir kapının gerisindeki büyük tarihi taş evden biri kadın üç kişi çıkıyor. Onları selamlıyoruz. İçlerinden orta yaşlı olanı bize doğru yaklaşarak içeri buyur ediyor. Bir zincir halka ile tutturulan demir kapıyı açıp içeri giriyoruz. Kısa, hoş sıcak bir karşılama ve tanışmadan sonra bu akşam için öncelikle Uli Alto’ya gitmek istediğimizi ama daha sonra kendilerine de uğrayacağımızı söyleyip Aiz Küren’den ayrılıyoruz. Yol tarifi alıp Uli Alto’ya doğru yürümeye devam ediyoruz.
Orman içinden, toprak yolu yokuş aşağı takip ederek ilerlerlerken arkamızda bir arazi jipi beliriyor. Yaklaşıp önümüzde duruyor. Az önce Aiz Küren komününde karşılaştığımız genç çift var jipte. Bize kendilerininde Uli Alto’ya gittiklerini ancak yalnızca sırt çantalarımızı alabileceklerini söylüyorlar. Sırt çantalarımızı verip, “Uli Alto’da görüşmek üzere” diyoruz onlara. Bu akşam Uli Alto’da bir elmalı turta partisi varmış.Y akın köy komüncüleri bu akşam bu partide bir araya geliyormuş. Bizim için de güzel bir sürpriz olacak bu.
Akşam düşüyor, hava karararıyor usuldan. Aiz Küren ile Uli Alto’yu ayıran küçük dere üzerindeki tahta köprüden geçip az ilerdeki komün bostanı içinden geçiyoruz. Patika yolu yokuş yukarı yürürken yanlarında atları ve katırlarıyla tarla-bostandan dönen kadın-erkek komüncülerle karşılaşıyoruz. Içlerinden bazıları Kevin’i tanıyorlar. Kısaca tanıştıktan sonra komüncüler katırları ve atları az ilerdeki etrafı elektrikli telle çevrili alana bırakmaları gerektiğini söylüyor, bizim de kendilerine yardımcı olmamızı rica ediyorlar. Bunun üzerine katırları ve atları paylaşıyoruz ve patika yolu sohbet ederek yürümeye devam ediyoruz. Aralarında amazon görünümlü genç bir komüncü atına binerek öne geçiyor. Biraz gittikten sonra atları ve katırları bırakacağımız alana varıyoruz. Sırayla her birimiz atları ve katırları alana bırakıp çıkıyoruz. Ay ve yıldızlar tepemizde, dik patika yolda Uli Alto’ya doğru hep birlikte yürümeye devam ediyoruz. Chapas dağlarındaki zabatistalarla karşılaşmayı andıran bu hoş karşılaşmadan sonra nihayet Uli Alto komünündeyiz.
Uli Alto dört yani dağlar silsilesiyle çevrili bir bölgede küçük bir dağ yamacına kurulmuş. Patika yol bizi önce geniş bir düzlüğe çıkarıyor. Buradaki eski tip dev bir nakliye kamyonu, karavanlar ve iş makinelerinin yanından geçip dar bir ara yoldan bir kilisenin (Uliberriko Eliza) önüne çıkıyoruz.
Daha yukarıdaki evlere doğru yürümeye devam ediyoruz. Derken, kollektifin ana merkezine, mutfağına geliyoruz. Kollektif, diğer köy kollektiflerinde olduğu gibi, “mutfak salon” biçiminde inşaa edilmiş. Girişte, çatı kenarına ve bir kenar direğine iliştirilmiş kurukafa hayvan başları karşılıyor bizi. Dışarıda büyük bir ateş yakılmış. İnsanlar, ateşin etrafındaki uzun kütülerin üzerine sıra sıra dizilmiş sohpet ediyor, şarap içiyorlar.
Sırt çantalarımızı getiren çift bizi görünce yerlerinden kalkıp yanımıza geldiler ve çantalarımızın bulunduğu yeri gösterdiler bize. Kendilerine teşekkür ediyoruz tekrar. Mutfakta büyük Bir hareketlilik var. Komünün kadınları ve erkekleri harıl harıl elmalı turta hazırlıyorlar. Mutfağın girişindeki tezgahta genç bir kadın turta hamuru açarken, başında geniş siyah Bask beresi ve kaba siyah sakalıyla bir başka Uli Alto’lu da hamuru açılmış, elmaları dizilmiş turtaları, bir tepsi ile dışardaki ejderha başını andıran fırına taşıyor.
Bu hengame arasında önce mutfaktakilerle tanışıyoruz. Kevin’i daha önceki gelişinden ötürü pek çoğu tanıyor doğal olarak. Sonra da dışardaki ateşin başındakilerle selamlaşıp tanışıyoruz. Ve üstelik daha ne çok selamlaşıp tanışacağımız komüncü varken… Komündeki dost haylaz köpekleri ve kedileri de unutmayalım tabii. Ne güzel!
insanlar — hayvanlar — turta — şarap — müzik — ateş — ay ve yıldızlar. İşte muazzam bir yaşam uyumu.
Ateşin başında ellerimizde turtalarımız ve şaraplarımız gitar eşliğinde anⒶrşist şarkılar söylüyoruz çam kokulu Bask dağlarına, çağıl çağıl akan Irati suyuna, yıldızlara ve aya ve kuşlara ve bilcümle börtü böceğe.
Uli Alto’da ateşin aşkin ve şarabın tadında şarkılarla geçiyor zaman. Gece sabaha doğru uykuya evriliyor herkes.Cocuklar ve anneleri, sonra da babaları çoktan evlerine gitmişlerdi bile. Ateşin çevresinde kalan son birkaç kişiydik. Uli Alto’lu İspanyol-Fransız kadınlar arasında tanıştığıma en çok sevindiğim (saçlarına en çok yıldız düşmüş güzel bilge kadın) Valléerit gecenin bu son deminde ateşin gerisinde, elinde son yudumluk şarabıyla, başını yıldızlara cevirmiş gezegeni izliyordu. Sonra yanımıza geldi ve aşağıdaki kilisenin ikinci katındaki misafirlikte kalacağımızı söyledi bize.
Kevin ben ve Valléerit mutfağa geçip kollektif bir refleksle ortalıktaki son kap kaçağı toplayıp yıkadık ve sonra da karşılıklı “iyi geceler” dilekleriyle uykularımıza dağıldık. Kevin’le birlikte sırt çantalarımızı omuzladık ve bize ayrılan uyku güzergahımıza (Ulluberika Eliza kilisesine) doğru çakırkeyf adımlarla yürümeye koyulduk.
Uli Alto’da butün sabahların sahibi horozların ve kuşların karşılıklı serenatlarıyla uyanmak meğer ne hoş bir güzellikmiş! Uyku tulumumdan sıyrılıp, kilisenin penceresinden dışarıya bakıyorum.
Güneşli masmavi gökyüzünde bembeyaz bulutlar, Uli Berri Rala kartallar dağına doğru usul usul akıyorlar. Bu muhteşem güzel ahenkle yeryüzüne yaşam iksiri veriyorlar adeta. Günesli, çam kokulu bu sabah serinliğinde “şimdi fotoğraf zamanı” diyorum ve fotoğraf makinası çantamı alıp çıkıyorum.
Kevin hala uyuyor. Hazır Kevin’den soz etmişken biraz Kevin’i anlatmalıyım. Kevin yaklaşık 3 yil önce son Sivens ZAD’ı direnişi günlerinde kendisi gibi animatör olan arkadaşı Pablo ile birlikte “gondoline” adlı kulübelerinin inşaası sırasında tanıştığım, “voyage militant” yürüyüşünden sonra ise (Pablo, Çelik, Kevin üçlüsü olarak ) ekmeğimizi, suyumuzu, yollarımızı düşlerimizi, neşeli kardeşliğimizi ve haydutlara karşı kavgamızı, ateşte suda ve toprakta asla terketmediğim “semender yürekli” biricik yoldaşımdır.
Yarın kız arkadaşı Margita’yı almaya gidecek. Margita (biz kısaca “Margo“diyoruz ona) Güney Fransada ile İspanya arasındaki bir kollektifte kalan ve akordiyonuyla İspanyolca — Fransızca asi, neşeli şarkılar söyleyen sempatik, şirin, genç bir kadın animatris. Çocuklara yönelik alternatif müzikli aktivitelerde bulunuyor zaman zaman. Kevin’le uzun bir zamandır ZAD Notre Dame Des Landes otonomunda, katil havaalanı projesine karşı birlikte mücadele ediyor, bir yandan da insanlar ve hayvanlar için de yeni olan bir yaşam deneyinin; ZAD’ın inşaasına katkıda bulunuyorduk. Ve nihayet bu, son derece enerji ve kararlılık gerektiren zorlu ama umutlu yaşam serüveninde diğer kardeşlerimiz gibi doğayla ve hayvanlarla uyumlu bir ZAD kardeşliği oluşturmayı da başarmıştık. Bu yeni tip kollektif yaşam deneyini yaşayan her birey gibi bizde artık bu deneyi yalnızca Notre Dame Des Landes’la sınırlamayacak, başka ZAD diyarlarına doğru taşıyacaktık. İşte “Bask ülkesi isgal köy kollektifleri ile dayanışma projesi” bu sürecin doğal bir rotası olarak aklımıza ve adımlarımıza böyle düşüvermişti. Simdi bu düşü, “Bask ülkesi işgal köy kollektifleri” diyarında, kalbimizde taşıyacak, dayanışma ile büyütecektik.
Yani Kevin’le birlikte Aiz Kurgi, Aiz Kuren, Uli Alto, ve yeni kurulmakta olan Ulozi ve Rala işgal köy kollektiflerinde gözlem ve incelemelerde bulunacak, gündelik yaşamın içinde dayanışma halinde olacaktık. Daha ileriki bir zaman diliminde ise belkide uzun süreli bir yaşam alanımız olarak Bask ülkesini tercih edecektik. Sonuç olarak: Öyle yada böyle her yer ZAD, her yer Bask özgür yaşam alanı olana dek yolları ömrümüzün sonsuz Ⓐşk güzergahı bellemeye devam edeceğiz.
Aklımda başka bir dünyaya dair görülmemiş büyük düşler, söylenmemiş büyük sözler, yürünmemiş sonsuz yollar ile Uli Alto’yu fotoğraflamaya devam ediyorum. Ve dolaşa dolaşa kollektifin tarla-bostanına iniyorum. Nina, Amozon kız (adını ben koydum), Pico ile eşi ve çocukları var bostanda. Pico ve eşi seradaki toprağı havalandırıyorlar. Çocuklar da dışarda bostan havuzunun kenarında oyun oynuyorlar. Aşağıda sağ taraftaki geniş tarla alanında ise, Nina toprağı çapalarken Amazon kız da soğan ekimi yapıyor… Onları doğal halleriyle görüntüleyip aşağıdaki dereye iniyorum. Burada tarla-bostanı sulamak için kurulan su çarkını ve suyun öbür yanında eski tip bir sabanla sürülmüş tarlayı ve az ötedeki tamamlanmamış kerpiçten yapılma küçük bostan evini görüntülüyorum. Derken yağmur çiseliyor. Artık kollektife dönebilirim.
Kollektife dönüş yolundayken yemek borusunun yankılanarak vadiye yayılan sesini duyuyorum. Yağmura ve tere bulanmış halde kollektife geliyorum. Komünün bütün bireyleri; hayvanlar ve insanlar öğle yemeğinde biraradayız. Ne güzel! Valléerit, Tom, Nina, Pico, Kevin, Leo, Amazon kız, çocuklar ve genç fransız çift ve son olarak da ben sofradayız. Günün gönüllü kollektif aşçıları haşlama pırasa, etli mercimek (ben vejeteryan olduğum için etli mercimekle ilgilenmeyeceğim) haşlama patates ve pilavdan oluşan bir menü hazırlamışlar. Sohbet eşliğinde yenen öğle yemeğinin ardından ben Leo’dan doğal ortamı görüntülemek için izin isteyip, mutfak gerisindeki kütüphane bölümüne konumlanıyorum. Burası mutfağa hakim ve atıl bir açı oldugundan kamera kimseyi rahatsız etmiyor. Herşey ve herkes kendi doğallığınca kameraya yansıyorlar. Bu durumu şöyle de tarif edebilirim: Bir doğal platoda sahne gerisine kurulu kameranın önünden doğaçlamalar halinde girip çıkıyor insanlar ve hayvanlar.
Bugün öğleden sonra tarla-bostanda tekrar çalışma olacağını söylüyor Kevin. Çalışmaya Kevin ve Valléerit birlikte gideceklermiş. Kamerayı biraz sarj edip onların ardından tekrar tarla-bostana iniyorum. Valléerit ve Kevin Nina’nın öğleden önce yaptığı çapalama işlemini devam ettiriyorlar. Onları tarla-bostan girişindeki seranın önünde, dizi dizi ekili ince uzun pırasa yaprakları gerisinden kameraya kaydediyorum.
Kevin de Valléerit de henüz beni farketmediler. Aynı hizada, yan yana sohbet ederek tarlayı çapalamaya devam ediyorlar. Ve, Valléerit kamerayı farkediyor. Bana doğru dönüp, “Oooo Çelik, bizi gizli çekiyorsun ha?” diyor gülümseyerek. Kevin de “Paparazzziii!” diyerek eşlik ediyor Valléerit’e. Bense, “Eee, ama böyle daha doğal, daha güzel oluyor” diyorum gülerek. Bir süre sonra da karşıdaki çam ağaçlarıyla dolu dağ yamacından tarla-bostanı görüntülemeye gidiyorum. Sulama çarkının gerisindeki su bendinden usul usul çağıldayarak akan suyun en ince yüzeylerine ayak ucuyla basarak geçiyorum karşı tarafa.
Cam ağaçları ve dikenli yaban sarmaşıkları arasından geçip, yaban domuzlarının ve dag keçilerinin ayak yollunu İki büklüm, soluk soluğa takip edip nihayet tarla-bostana bakan o yüksek görüş noktasına ulaşıyorum. İşte aşağıda tarla-bostan ve daha yukarıda vadiye hakim, Uli Alto. Biraz soluklandıktan sonra tarla-bostanda toprağı çapalamaya devam eden Valléerit ve Kevin’i görüntülüyorum. Çok hoş görüntüler kaydediyorum bu görüş noktasından. Ve sonrada gerisin geri aynı yolu aynı şekilde takip ederek tarla-bostana varıyorum.
Ancak tarla-bostan kapısından girdiğimde çapalama işinin bittiğini Kevin ve Valléerit’nin de gitmiş olduklarını farkediyorum. Kollektife geliyorum. Valléerit, Kevin ve Nina kahve içiyor, bir yandan da bostandan toplanan pırasaları ve havuçları yıkıyorlar. Akşam yemeğine hazırlık yapılıyor. Ben de kendime bir kahve alıp onlara eşlik ediyorum. Kevin’le birlikte pırasaları ve havuçları doğrama işini üstleniyorum. Bu durum benim için de Kevin için de elbetteki yeni bir durum değil. Fransa-Sivens ve Notre Dame des Landes ZAD kollektiflerinde de gündelik hayatımızın doğal, olağan periyoduydu bütün bunlar. Ancak bu uçsuz bucaksız bakir dağlar, ormanlar ve sularla çevrili Bask diyarında, bu vadide ve bu bir avuç özgür insan ve hayvandan olusan işgal köy komününde başka türlü bir duygu durumu yaratıyor bende. Bask bölgesinin jeopolitik yapısından mıdır nedir bu, kentlerdeki özgürlükleri soğuk betonlarla ve endüstriyel kurallarla çevrili yaşamlardan uzak diyarda, “insan, hayvan ve yer yüzü” döngüsünde, son derece ferahlatıcı özel bir duygu hali yaşamaktayım. İliklerine kadar özgürlük bu olsa gerek…
Yarın sabah, Yaklaşık 7 km uzağımızdaki Ulozi Köy kollektifine geçeceğiz. Kliseye gidip biraz dinlenmek istiyorum. Bugün oldukça koşturdum. Biraz dinlenmeyi hakkettim sanırım. Aklımda yarın sabah yürüyerek gideceğimiz Ulozi kollektifi ile ilgili meraklı düşünceler, kilisenin yolunu tutuyorum. Akşam yemeğine kadar siesta yapacağım.
Yemek borusununun sesiyle uyanıyorum. Kilisenin ikinci katındaki küçük misafir odasında, uyku tulumundan sıyrılıp kalkıyorum. Güzel, neşeli, sıcak bir akşam yemeğinden sonra Valléerit, Nina ve Tom gitar eşliğinde şarkılar söylemeye başılıyorlar. Bende doğal olarak video çekmeye başlıyorum. İki gün sonra yapılacak olan müzikli yemek etkinliği için hazırlanıyorlar. Baharla birlikte bir arada olmanın dayanışmanın yeni köy kollektiflerini büyütmenin moral değerleri bu etkinlikler. Toma, Nina ve Valléerit çok hoş bir uyum içinde İspanyolca Fransızca şarkılar söylüyorlar. Kevin’de onlara katılıyor ara ara. Kevin kırık ispanyolcasıyla da olsa şarkılara iyi adapte oluyor.
İspanyol Fransız şarapları eşliğinde gece geç saatlere kadar süren bu mini konser tadındaki provayı dinlemekten izlemekten herkes gibi bende çok keyifliyim. Gecenin sonunda dışarı çıkıp gezegenin seyrine dalıyorum. Yıldızlar ne kadar parlak, ne kadar yakın. Baktıkca büyülü, sonsuz bir derinliğe çekiyorlar insanı. Yeryuzünün karanlığında evrenin gerçek ışıltılı derinliğine dalıp kaybolup yitiyorum.
Sabaha doğru kafam zonklayarak uyandım. Burnumdan genzime giden acı sıcak bir tad var. Lanet olsun! Yine burun kanamalarım basladı. Ya aşırı oksijenden ya da başka bir nedenden, dönem dönem bu kanamaları yaşıyorum. Neyseki kısa, anlık kanamalar şeklinde oluyor. Dışarı çıkıp yüzümü yıkıyorum. Yeni bir doktor kontrolu zamanım geldi demek ki. Fransa’ya dönüşte bi çaresine bakarım artık.
Sırt çantamı hazırlıyorum. Kahvaltıdan sonra Kevin’le birlikte Ulozi’ye doğru yola çıkacağız. Derken Kevin’de uyanıp geliyor ve o da sırt çantasını hazırlıyor. Kevin bugün Ulozi’ye vardıktan sonra muhtemelen öğleden sonra kız arkadaşı Margo’yu almaya gidecek otostopla. Birlikte Sırt çantalarımızı omuzlayıp, kollektife gidiyoruz. Henüz kimse yok.
Henüz kimse yok derken Valléerit herzamanki gibi erkenden geliyor. Dışarda yağmur çiseliyor. Valléerit, Ulozi’ye giderken yanımıza kilisenin kilerinden biraz kuru soğan almamızı söylüyor. Anaç bir ifadeyle,“soğanları azalmıştır onların” diyor. Kevin hemen kilisenin kilerine gidip uzun bir kuru soğan salkımıyla geri dönüyor.Kahve ile birlikte birşeyler atıştırıp Valléerit’ye, “İki gün sonraki yemekli etkinlikte görüşmek üzere” deyip ayrılıyoruz.
Uli Alto’nun marangoz ve tamir atölyesinin bulunduğu büyük şantiyenin içinden geçerken yağmur hızlanıyor. O anda orada durup çantalarımızdaki yağmurluklarımızı çıkarıp giyiniyoruz. Sırt çantalarımızı tekrar sırtlanıp Ülozi’ye uzanan orman girişine doğru yürüyoruz. Ormanda patika yolu takip ederek yağmur çamur ilerliyoruz ve nihayet yaklaşık yarım saat sonra Ülozi’ye varıyoruz.
Sol tarafımızda Iratı nehri çağıldayarak Itoiz’e doğru akıyor.Nehir kıyısındaki kanoların yanından geçip sağımızdaki ağaçlık alanın girişinde iki ağaç arasına bağlanmış tahta oyma yazılı Ilozi yönlendirme tabelasını geçip az ilerdeki çevresi çitlerle çevrili kollektife ait tarla-bostanın kapısından içeri giriyoruz. Bu arada ben bir iki görüntü kaydetmeye çalışıyorum ama yağmur fazla izin vermiyor. Vaz geçiyorum. Kevin önde ben arkada, yokuştaki yıkık dökük harabe taş evlere doğru yürüyoruz.
Ve işte nihayet Ilozi işgal köy kollektifinin önündeyiz. Bu, mimari yapısından kaynaklı sağlamlığı ve kutsal korunurluğu ile ayakta kalan eski kilise, kollektif bir müdehale ile buradaki yeni bir yaşamın merkezi odağına dönüştürülmüş durumda. Kapı girişinde bölgenin sembolü olan yaban dağ keçilerinden birine ait büyük boynuzlu bir kurukafa var. Kevin önden kapıya doğru yaklaşırken makinamı çıkarıp bu anı görüntülüyorum. Ve işte Ilozi kollektifindeyiz. İçerde etrafı süpüren genç bir arkadaş karşılıyor bizi. Daha önce de Uli Alto’daki turta partisinde karşılaşmıştık onunla. Çantalarımızı ve yağmurluklarımızı bir kenara bırakıp, rtadaki ahşap masanın çevresinde bulunan ahşap sandalyelere oturuyoruz. Ancak içerisi soğuk biraz. Genç Bask’lı anarşist, üşüdüğümüzü anlayınca bize dışardaki odunları gösteriyor ve soba ateşine yardımcı olmamızı istiyor. Kevinle birlikte dışardaki odunların bulunduğu yere gidip iki kucak ödün getiriyoruz sobaya. Sonrada ateşini harladığımız fırın sobanın önündeki masada, odun ateşinde pişirdiğimiz kahvelerimiz eşliğinde güzel bir sohbete başlıyoruz.
Diğer kollektiflere göre henüz yeni sayılan Ilozi kollektifinde daha yapılacak çok iş var diyor genç arkadaş. Önümüzdeki günlerde havaların ısınmasıyla birlikte kollektifin hareketleneceğini ve dayanışma grupları ile birlikte alandaki yıkık yapıların onarılıp kollektifin ihtiyaçları dahilinde genişletilip geliştirileceğini permakültür odaklı çalışmaların tarla-bostan hayvan ve insan üçgeninde daha ileriye taşınacağını ve böylece bu yerleşimin alternatif, kendi kendine yeten kollektif bir doğal alan olacağını söylüyor.
Bu akşam bir süreliğine başka yerlere gitmiş olan kollektifin diğer gönüllüleride gelecekmiş. İki gün sonraki Uli Alto yemeği için özellikle bugün erken geliyorlarmış. Birlikte hazırladığımız öğle yemeğinden sonra Kevin Margo’yu Almaya gidiyor. Ben de çevrede fotoğraf video çekmeye çıkıyorum.
Uli Alto’ya döndüğümde kötü Bir sürprizle karşılaştım.Uli Alto yemeği’ nde menüde keçi vardı..Bir vegeteryan için bu çok büyük bir kabus.Bu dağ kollektifinde belkide en berbat hatıram bu olacaktı.O nedenle bu geceye dair çok şey yazmak gelmiyor içimden.Margo ve Kevin gelmişti ve ben kendimi onların yanına attım.Dışarda akordion vé gitan eşliğinde neşeli şarkılar söylüyordular.Kevin ve Margo mutlular.İki sevgilinin müzikle bir araya gelmeleri çok hoş gerçektende.
Uli Alto’da kollektifin inşaası devam ediyor. Eski taş ev kalıntılarının bulunduğu alan üzerinde Yeni taş ahşap evleri yükseliyor kollektifin..
Bu çalışmalara Kevin ben ve Margo üçlüsü olarak katılıyoruz. Yukardaki yeni bitmek üzere olan evin ahşap kaplamaları ve camlarının montajına, ve kilisedeki sıva ve kireçle boyama çalışmalarına katılıyoruz. Daha sonraki son günümüzde işe, Valléerit’nin önerisiyle yaklaşık iki kilometre uzaklıktaki dağlardan gelen akar sudan içme suyu almaya gidiyoruz. Valléerit’nin kullandığı araca su bidonlarını yerleştirip yola çıkıyoruz. Vadinin en derin güzergahından usul usul çağıldıyarak akan duru dağ suyunda kollektifin yaptığı su düzeneğinde dolduruyoruz su bidonlarımızı ve aynı güzergahı takip ederek Uli Alto kollektifine geri dönüyoruz. Aynı gün öğleden sonar ise önce Valléerit ile sonra da Leo ile güzel bir röportaj gerçekleştiriyoruz. Ertesi gün sabah erkenden son çekim turuna çıkıyorum.
Kiliseden çıkınca hemen sol taraftaki düzlükte kurulu kızılderili çadırı (tipi) önünde Amazon kız’ın atların eyerlerini hazırladığını görüyorum. Sonra da Léo ve Tom geliyorlar yardıma. Bugün Cévennes dağlarındaki aktiviteler için yolculuğa çıkacaklarmış üçü de…
Bu hazırlığı görüntülemeye koyuluyorum. Derken kollektifin bütün üyeleri; anneler, babalar çocuklar ve diğer bireyler köpekler ve tavuklar da gelip bu uğurlamaya katılıyorlar. En son Kevin ve Margo da geliyor ve atlar ve katırlar eşliğinde Cévennes dağlarına doğru üç yoldaşın yolculuğu başlıyor.
Bir başka yaşam diyarındaki bu bir başka yaşam kültürüne tank olmak beni geleceğin yeni insanının hayvanının vede onları tamamlayan doğal bütün varlıkların bu biraradalığından hogan yeni yaşam kültürüne daha çok yaklaştırıyor. Aklıma Alakır nehri kardeşliği’nin kollektifi geliyor sonra.Dünyanın birbirine uzak bütün dağları, ormanları, vadileri ve nehirleri birden bire aynı gökkuşağının altında birleşen yeni yaşam kardeşliği olarak bilincimi aydınlatıyor ve diyorum ki : öyle yada böyle sitemden ve onun bir parçası olduğunuz gerçeğinden yani o bize bizim iradeniz dışında verilen ve şu çok bildik sözle ömürlerinizi ipotek altına alan “dünya nimetleri“den sizin dışınızdaki sizden vazgeçmeyi başardığımızda gerçek manada artık bu doğal dünyanın bir ferdiyizdir. Bu doğal dünyaya ulaşmak çok imkansız değil. Bir anda ulaşabilirsiniz. Ama asıl önemlisi bu dünyayı arzulamaktan çok, bu kahrolası yerleşik dünyadan vageçebilmeyi göze alabilmektir. Bu cüreti göstermek ise öyle kolay değil ne yazık ki. “Kırsalda yaşamanın bedeli“ni iyi okuyup iyi anlamak ilk adım ödevidir sanırım. Bu bedeli iyi okuyup iyi anlayan bireylerin çoğalması yeryüzünün ve bütün varlıklarının en büyük kazancı olacaktır.
Notre Dame des Landes ZAD ormanında, Bask dağlarında ya da Alakır nehrinde aynı kollektif kardeşliğin şarkılarıyla bir araya gelip birlikte özgürce dans edeceğimiz günlerin sonsuz coşkusuyla…
Notre Dame des Landes otonomundan Bask Dağlarındaki yeni tip alternatif yaşam deneylerine; işgal kollektiflerine uzanan dayanışma yolculuğumuzu Uli Alto’lu yoldaşların sıcak omuzlarına bıraktığımız özgür kardeşliğimizle, bir daha dönmek üzere tamamlayıp ayrılıyoruz Bask dağlarından…